‘’Barış İçin Akademisyenleri’’nin 1128 imza ile açıkladıkları bildirinin ardından, dikkat çekmeye çalıştıkları hak ihlalleri konusuna bir yenisi daha eklenerek imzacıların bazıları ‘’terör örgütü propagandası yapmak’’ suçuyla cezalandırılmışlardı. Bu sürecin ardından Anayasa Mahkemesi’ne açılan ‘’hak ihlali’’ davasında ise Yüce Mahkeme, ‘’Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. Maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir’’ demişti.

Anayasa Mahkemesi, ‘’ açıklanan bir düşüncenin yetkilileri sert bir biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanması; topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik bir tehlike çıkardığı ve kişileri kanuna aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez’’ diyerek; bu ülkenin demokrasi ve insan haklarına inanan milyonlarca yurttaşının yüreğine su serpti elbet. Ve ardı ardına, Barış Akademisyenleri'ne açılan “terör” davaları beraat ile sonuçlanmaya başladı. Geç de olsa gelen adalet az da olsa rahatlatıyor artık.

Bir KHK aracılığıyla, tüm hayati, üretimleri, öğrencileri ve akademik unvanları yok edilen bu güzel insanlar, 3 yıllık mücadelenin ve ödenen onca bedelin ardından, terörist olmadıkları anlaşılınca, onca kötü propaganda ve hedef gösterilmenin ardından, siyaseten aldıkları “ceza”nın hukuken de “suç" olmadığı hükme bağlanınca görevlerine geri dönmeye ve içi boşaltılmış akademiyi yeniden inşa etmeye hazırlanıyor.

Bu temiz havayı bize solutmak istemeyen erk, KHK-Yargı eliyle bizden almaya çalıştığını bir yandan da YSK-KHK eliyle almaya devam etti bu süreçte.

Önce, 31 Mart seçimlerinin ardından halkı ikna edici gerekçelerden yoksun bir biçimde İstanbul Seçimlerini iptal edip ve ardından yenilenmesine karar verdi. 23 Haziran’da aldığı ağır cevabin ardından da adeta “bilirim ben size yapacağımı” diyerek 1 milyon civarında yurttaşın oy verdiği Diyarbakır, Mardin ve Van belediye başkanlarını görevden alarak yerine kayyım atadı.

Akademisyenlerin, emek emek aldığı unvanlarını 1 gecede ellerinden almaya gayret eden ceberut anlayış, aynı şeyi emek emek demokrasi mücadelesi vererek seçilen belediye başkanları için yaptı. İktidarın beğenmediği herhangi bir şeyi dile getiren, uygulayan herkesin başına benzer şeyler geliyor bu ülkede maalesef. Hakkında yargı kararı olmadan, işlediği isnat edilen suç ile ilgili tek bir delil yokken, devletin 1 gecede “sen artık profesör değilsin” dediği insanlar gibi; yüz binlerce insanın benim başkanım bu olsun diye onayladığı insanlara “sen devletin onayladığı belediye başkanı değilsin” diyerek unvanlarına, yetkilerine, sorumluluklarına ve görevlerine 1 gecede el koyabiliyor.

Akademik unvanları gasp eden anlayış, seçilmişlerin unvanlarını da gasp ediyor yani. 1 gecede, 1 kararname ile.

Bu yazıyı yargı eliyle yapılan demokratik gaspların üçüncü ayağı olan Canan Kaftancıoğlu davasıyla bitirecektim ama yerim yetmiyor. Bize yapılan bu bütünlüklü “zulüm”, bizim karşısında söylenecek sözümüzü bile toparlayamayacak kadar derin ve yaygın bir biçimde hayatımıza işlemeye devam ediyor yani.

Yerine kayyım atanan seçilmiş belediye başkanlarının yargı süreçlerini de izlemeye devam edeceğiz. Ancak susmadan, her zeminde bunun yarattığı haksızlıkları dile getirmeye devam ederek; demokrasi denen şeyin sadece 5 yılda bir sandık başında oy kullanmak olmadığını söyleyeceğiz.

Tıpkı doğayı yarınlara bırakma sorumluluğuna sahip olduğumuz gibi, laik ve demokratik cumhuriyeti de ileriye taşıma kararlılığımızı her yerde yüksek sesle dile getireceğiz.