Bilmem kaç milyonluk villasında, akşamüzeri villadaş komşularıyla havuz kenarında kadehlerini tokuştururken tek dertleri olan sıcak ve bunaltıcı havanın şu günlerdeki anormal değişiminden, küresel iklim değişikliği için muhakkak sivil toplum kuruluşlarında etkin bir faaliyet yürütülmesi gerektiğinden, her yerin betonlaştığından, suyumuzun azaldığından, topraklarımızın kirlenip yok olduğundan falan bahsediyorlar canım ablalarım.

Haberleri yok daha ucuz olsun diye tarımsal su ile doldurduğu o havuzlu villanın evveliyatında orada 500 başlık küçükbaş hayvanın gölgesinden faydalandığı katledilmiş ulu meşe ağaçlarının yaşam alanı olduğundan.

Balkonunda gördüğü ultra lüks daireler yazısıyla mest olup, az biraz da sınıfsal bir eşik atlama hevesinde olan ve içten içe “buradan bir daire sahibi olmalıyım” diyerek levhadaki çok saygıdeğer müteahhittin numarasını bir hışımla arayıp milyon liraları dört duvara vermekten çekinmeyen lakin semt pazarına gittiğinde bir kilo portakalın, limonun, salatalığın pahalılığından yakınan çok muhterem ağabeylerim.

Lüks araçlarınızı park ettiğiniz, lüks asansörüne bindiğiniz, lüks yatak odalarında keyif ettiğiniz o ultra lüks dairelerinizin inşa edildiği toprağın yerinde önceden meyvesinden sebzesine, serasından tarlasına her çeşit zirai uğraşı veren üreticilerimiz vardı. Sizin dayanılmaz rant rüzgârınızın beton sıcağı esintisine tamamen duygusal bir direnç gösteremediler. Haliyle gözden uzak olunca üretilen bu mallar, gönül ceplerinizi de yakar oldular.

Binlerce dönüm meraların sahibiyken bizim gariban köy halkı, bir gece de çıkan bir kararname ile köyler mahalle statüsüne geçiverdi. Borç batağındaki belediyeler neye uğradığını şaşırdı. “Allah“  dedi. Bildiğin gökte ararken köyün merasında yıllardır ineklerin bedavaya otladığı geniş arazilerde buldular içi altın dolu küpü. Köylünün meralarını önce imara açtılar, sonra ihaleye çıkıp babalar gibi de sattılar. Borçlar mı? Güldürmeyin!

Yem firmalarının her gün Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’nın ‘ayfon’ telefonuna dakika başı zam mesajları atması ile hane içinde yenge ile kıskançlık kavgasına tutuşan Mehmet amca evinin huzurunu tekrar sağlamak ve borçlarını bitirmek için tek geçim kaynağı olan hayvanlarını mezata satıp kestirdi.

Ülkemin güzide yem sanayicileri, gübre sanayicileri, ilaç vb tarımsal girdi üreten, satan tüm işletmeler kârlarına kâr katarak ülke ekonomisine milyarlarca lira katkı sağladılar. Gazete, dergi ve televizyon haberlerini büyük puntolar ile süslediler. Hele tarımsal finans ve sigorta şirketlerinin tarım sektöründeki bu başarıları gözlerimizi yaşartacak cinsten takdire şayan ki malum sanayicilerimiz yaptıkları ithalat ile tüm memleketi gururlandırdılar. Cari açık hiç bu kadar etkileyici hissettirmememişti.

Lakin sanayici ile artık akraba, hatta tarım kredi kooperatiflerinde ortak da olan çiftçilerimizin samanlıkları seyranlıktan çıkıp, tecavüze kadar vardı. Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş dedirtti. Gazeteler tarımdan uzaklaşan çiftçiler gibi, alanı daralan topraklar gibi, suyu kuruyan dereler gibi büyük puntolarla yok oldular.

Hiçbir doğal denge gözetilmeden “HES, RES, JES, GES”ler kuruldu kurulmasına ama çiftçi karpuz sulayacak bir elektrik faturası geliyor, değil karpuzu tarlanın tapusunu satsan ödenmez.

Daha da yazacağım yazmasına da ihmal edilen çiftçi gibi eşimi de küstürmemek için burada noktalıyorum. Saygı ve sevgilerimle…