Bu hafta, 2019 Temmuz ayında yayınlanan ve bir Netflix yapımı olan “The Great Hack” belgeselinden biraz bahsetmek istedim. Belgesel, Facebook ve dolayısı ile sosyal medya içerikli bir belgesel ancak kesinlikle bir sosyal medya yakınması değil. Konu aslında bundan sonra bağımsız ve tarafsız bir seçim yapıp yapamayacağımız ile ilgili. Belgeseli izlemeyenlerden ricam yazıyı burada bırakmaları. Çünkü yazının devamında yapımın içeriği konusunda bolca bilgi vereceğim.

***

24 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye de dahil pek çok ülkede yayınlanan belgesel, Brexit seçimi ve 2016 yılında Donald Trump’ın seçildiği ABD başkanlık seçimlerinde, Facebook ve Cambridge Analitica (CA) iş birliği ile sabit bir tercihi olmayan insanların, onlardan elde edilen veriler ile nasıl istenilen yönde oy vermelerinin sağlandığına dair yaşananlar konu ediniliyor.

Hikâyeyi CA'da üst düzey yönetici olan Brittany Kaiser, Guardian'da çalışan gazeteci Carole Cadwalladr, CA eski çalışanı Chris Wylie, CA ve SCL (Strategic Communication Laboratories)'in eski COO ve CFO'su Julian Wheatland ve kampanyada kullanılan verilerini geri almak için CA'ya dava açan Profesör David Carrol’dan dinliyoruz.

Belgeselde CA'nın nasıl çalıştığı ve hangi yöntemleri kullandığına dair önemli detaylar var. Ayrıca iki CA eski çalışanın da (Brittany Kaiser ve Chris Wylie) itirafları bulunuyor. Sosyal medya kullanıcılarının (burada söz konusu mecra Facebook) her hareketinden yani beğeni, yorum, paylaşım gibi her aksiyonundan 5000 veri süzgeci kullanılarak ideolojik eğilim, düşünce, fiziki durum, psikolojik durum vb. bilgilerinin derlendiği ifade ediliyor. Bu aslında şu demek, sizin internette her tık ve klavye hareketiniz bir veriye dönüştürülüp dataya dayalı profiliniz ortaya çıkarılıyor. Neleri seviyorsunuz, neler ile ilgilisiniz, nelere kızıyor nelere seviniyorsunuz, mutlu musunuz, üzgün mü ve hatta sağlıklı mısınız yoksa hasta mısınız?

***

Bunu düşündüğünüzde “Size şah damarınızdan daha yakınım.” cümlesini Mark Zukerberg veya Julian Wheatland kursa söyleyecek hiçbir şeyiniz olamıyor. Çünkü belirli bir algoritma ile yapılan bu analizler yüksek doğruluk oranı taşıyor. Yani eğer Facebook’u aktif kullanıyorsanız sizi sizden daha iyi tanır hale geliyor bu şirketler. 

Bu tip verinin, bugün artık tüketimin arttırılması doğrultusunda pazarlama alanında kullanıldığı çok açık ancak burada asıl tehlike ve endişe verici boyut, bu verilerin demokratik mekanizmalarda yani seçimlerde kullanılmaya başlanması. Belgeselde 2016 yılında yapılan ABD seçimlerinde ve İngiltere’deki Brexit oylamasında bu verilerin seçmen eğiliminin değiştirilmesi için aktif olarak kullanıldığı ve sonuç alındığı ortaya konuluyor.  Aynı zamanda benzeri verilerin bazı küçük ülkelerdeki seçimlerde kullanıldığı ve %50-%50 başa baş olan durumlarda %6’lık gibi bir fark yaratabildiği anlatılıyor. 

CA’nın çalıştığı ülkelerin gösterildiği haritada henüz Türkiye yok. Ancak bu gelecekte olmayacağı anlamına gelmiyor. Çünkü CA kapanmış olsa dahi eski CFO Julian Wheatland’ın ifadesi ile “CA kapanmış olabilir ancak bu kadar veri var olduğu ve üretildiği sürece gelecekte yeni CA’lar olacaktır. Bu kaçınılmaz."

***

“Veri Hakkı” nın da artık insan hakları kapsamında olması gerektiğinin değerlendirildiği belgeselde hikâyede adı geçen insanların birçoğu yaptıkları şeyin yasal olup olmadığından uzun süre emin olamıyor. Ancak sonuçlar ortaya çıktığında yapılan vicdan muhasebesi ile bunu anlayabiliyorlar. 

Pişman olanlar özetle şunu söylüyorlar, “Biz bir noktada belirgin bir fikri olmayan insanları, doğru olmayan verilerle manipüle ederek istediğimiz noktaya getirdik.”

Belgeselin sonunda CA’ya karşı hukuk mücadelesi veren Profesör David Carrol’ın, ona ait derlenen bilgileri Facebook’tan hâlâ alamadığını da görüyoruz. Bu da bir şirketin, var olduğu devletin hukuk sisteminden daha üstte bir yerde konumlandığını gösteriyor bizlere. Aynı zamanda bunun demokrasimize bir tehdit olduğu belgesel boyunca Guardian'da çalışan gazeteci Carole Cadwalladr tarafından çok net bir şekilde anlatılıyor.

***

Belgesel, izledikten sonra sosyal medyanın kullanımı konusunda bana farklı bir perspektif getirdi. Öyle anlaşılıyor ki doğal kaynakların hızla tükendiği dünyamızın yeni kaynağı insan, yani biziz.