Sosyal medya diye tanımladığımız bir olgu hayatımızın her alanına nüfuz etmeye başladı iyice. Birtakım insanların nefasetle hoşnut kaldığı şahane ötesi ortam. İlk defa 2007’de Facebook ile giriş yapmıştım bu ortama. “Atatürk’ü seven bir milyon kişi var mıyız?” grupları, “FaCeBOokTa eBeMi BuLDum XD” tatsızlığıyla devam etmiş ve matematik bilgisinden yoksun “9.999.999.999 Müslüman burada mı?” grubunu görünce finali yapmış, “buranın tadı yokmuş” diye düşünüp çıkmıştım. O saatten sonra sosyal medya olayı benim için çok yakınlaşmadan, sanki rutubetli bir apartmanın kalorifer dairesinin camının yarısı kaldırım hizasında olan bir pencereden, geçen insanların sadece ayaklarını görebileceğim kadar kullanma gereksinimi duyduğum olağan dışı mecraya dönüştü. Şu anda sadece istağram’a (Instagram’ı verimli kullanamadığımdan benim için istağram) girip on dakika geçiriyorum ve Twitter’a girip haber okuyorum. Sosyal medya çok da matah değil benim için çünkü gerçekleri yansıtmıyor. Hangi dayı lavaboda ayağını yıkarken fotoğraf atıyor instagrama? Evet 2020 yılında da lavaboda ayak yıkanıyor. Ama aynı dayının sabah saat dokuzda facebook mesaisi başlıyor; ülkede olan birtakım şeylere aşırı derecede sinirlenme, haber ve link paylaşımı, tek tip kaynaktan beslenerek aşırı büyük açıklamalar yapma, taşlamalar, hicivler… Hemen sonrasında da hafta sonu mangal fotoğrafı paylaşan arkadaşına, “eti yakmışın. Eti pişirirken çok tutmayacan ateşde, iki yüzünü de ateşe selamınaleyküm, alleykümselam dedirtecen” şekilde açıklaması var. Sonra da insan soruyor işte benim burada ne işim var diye? Benim bilgisayar ortamında en sosyalleşebildiğim ortam, “Masa 7’ye yarım saat daha…” diye bağırabildiğim Cixxy İnternet Cafe’ydi. Sonrası yok bende…

***

Her ay, bir sonraki ay için kendime vaatlerde bulunuyorum. Spora yazılıp biraz zayıflamak, vücudumu hafif de olsa şekillendirmek, sağlıklı beslenip vücudumdaki toksinlerden ve zararlı şeylerden kaçınmak, uykumu düzene sokup dinlenebilmek ve güne güzel başlamayı sağlamak gibi planlarım oluyor. Sonrasında bi’ halı saha maçı ayarlanıyor, “ohh spor yaptım misler gibi” diyorum, yedi lira verip köşedeki dürümcüden çift lavaşa yağı çenemden akan tavuk döner yiyorum, üstüne de üç çay gömüp dişimi kürdanla karıştırırken, “kabahatimiz ne kadar usda?” diyorum, gece ya geç yatıyor ya da televizyonun önünde sızıp şiddetli sırt ağrılarıyla uyanıyorum. Hani kimi çiçek vardır, özenli bir bakım gerektirir, ışık alacağı yer ayarlanır, suyu ölçüyle damla damla, milim milim verilir. Kimi çiçek vardır, klimanın su tahliye borusu çiçeğin saksısına sarkıtılır, çiçek oradan beslenir. Kendinize bakın arkadaşlar, yoksa benim gibi olursunuz. Annelerinizin, “bak yemezsen komşunun çocuğuna veririm şekerlerini” dediği o komşunuzun çocuğu benim. Otuz üç yaşındayım ve hâlâ marketten cips alıyorum.

***

Köşemize köşelerden bir köşe daha geliyor, hem de zıpkın gibi ve de dipçik gibi geliyor. Her Şeyi Bilen Adam köşesi bu hafta başlıyor. Olayımız şu; siz merak ettiğiniz soruları bana soruyorsunuz, ben de her şeyi bildiğim için sizlere her hafta cevap veriyorum. Sorularınızı yukarıda gördüğünüz mail adresine atabilirsiniz. Bu haftaki sorumuz karşınızda.

Buca’dan 20 yaşında üniversite öğrencisi Kamşat Gözegel sormuş: Murat Hocam merhaba, öğrenci evinde üç arkadaş kalıyoruz. Finallerin başladığı günden bu yana bileğim ağrıyor, ne yapmalıyım?

Sevgili Kamşat, şimdi soruyu detaylandırmadığın için net bir cevap veremeyeceğim. El bileğin mi yoksa ayak bileğin mi bilemedim. Ama iyi ki detaylandırmamışsın yoksa soru çok daha komik olacaktı, ben ve ekip arkadaşlarım kahgahalar ile güle güle güle burada bitkin düşüp bayılacağdık, bizi de zabağnan zabıtalar alacaktı. “Zabıta nedir” ve “Neden zabıta” sorularına ise haftaya cevap vereceğim. Kendine iyi bak, elinden geleni yap!

Evet, sorduğunuz sorulara; verisiz, mesnetsiz, desteksiz ve arkasında hiçbir dayanağı olmayan bilgiler için ben her hafta buradayım. Bana ulaşın!