İBB Başkanı sayın Tunç Soyer’in uykularını kaçıran su konusuna bakalım istedim bu haftaki yazımda. Ayrıca TMMOB İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı sayın Çev. Müh. Helil Kınay’ın da çığlık gibi uyarısını da göz önünde bulunduracağım elbette. Kullanacağım veriler de tamamen resmî kuruluşların raporlarından alınmış olacaktır.

Önce kabaca dünyadaki su durumuna bakalım:

UNICEF’ce hazırlanmış “İçme Suyu, Sanitasyon ve Hijyen Alanında İlerleme: 2017 Güncellemesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefinde İlk Durum” raporuna göre dünya nüfusunun yüzde otuzunun, yani yaklaşık olarak iki milyar dört yüz milyon insanın evinde güvenilebilir su bulunmamaktadır. İnsanların yüzde altmışı da sağlıksız koşullarda yaşamaktadırlar.

Birleşmiş Milletler – Su Kuruluşu’na göre, dünyanın artan nüfusu, küresel ısınma, kuraklıklar ve benzeri nedenlerle suya talep doğal olarak artmaktadır.

Oysa yeryüzündeki suların ancak yüzde biri insan gereksinimlerini karşılayabilecek tatlı su kaynaklarıdır. Onların da yüzde yetmişi buzullarda ve karlar hâlindedir. Yani dünyadaki tüm suyu bir şişede toplasak, ancak bir kaşık ölçüsünde suyu kullanabiliyoruz. Bir de dünyadaki su kütlesinin sabit olduğunu, nüfusun üç kat arttığı durumda suya talebin yedi kat artığı saptanmışken...

Türkiye’de ise durum şöyledir:

Devlet Su İşleri (DSİ)’nin resmî sitesindeki ölçütlere göre, ülkemizde kişi başına düşen su miktarı 1.519 metreküp kadardır. Dünya sıralamasına bakarsak, kişi başına 8.000 metreküp üzeri su düşen ülkeler su zenginidirler. Eğer kişi başı su miktarı 2.000 metreküp’ten az ise bu ülke su kıtlığı içindedir. 1.000 metreküpten aşağı miktarlar ise su yoksulu ülkesiniz demektir. Tekrar belirtecek olursak, Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı 1.519 metreküp’tür. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in 2030 yılı için Türkiye nüfusunu 100 milyon olarak tahmin ediyor. Var olan su ve tüketimi sabit kalsa, kişi başına yılda 1.120 metreküp su ancak düşebilecektir! Türkiye, hızla su yoksulu ülkeler sınıfına doğru düşmektedir!

İşte su yoksulu olma yolundaki ülkemizde yapılan yatırımlar konusunda İzgazete’deki bu köşemde ekolojik emperyalizm konusundaki uyarılarımdan biri de su konusundaydı. Çok su tüketen, su kaynaklarımızı kirleten ve kullanılamaz hâle getiren yatırımlar ülkemize yapılıyor. Bunu bize “kalkınma” diye yutturuyorlar.

Örnekleyecek olursak, Uşak-Kışladağ altın madeninde bir günde tüketilen su miktarı, İstanbul’da bir günde tüketilen su miktarı kadardır. Ne pahasına ve kimler için altın üretimi? Kimlerin kullanma, içme, sulama suyu kirletiliyor?

İzmir’deki Efemçukuru’ndaki altın madeninde ne kadar su tüketiliyordur? Ayrıca bu madencilik etkinliği nedeniyle çıkan ağır metallerin İzmir’in içme suyuna etkileri nelerdir? Bu madenin su kuyularından mahkemeler neden numuneler alamamaktadır? Kanadalı şirket hangi güçle T.C. mahkemelerine, hâkimlerine, bilirkişilerine engel olabilmektedir? İzmir’de 300 bin kişinin kullanma suyunu sağlayacak Çamlı Barajı’nı neden engellediler? İzmir’in sularını nasıl kirlettikleri, kullanamaz hâle getirdikleri hemen ortaya çıkacak diye olmasın sakın?

Termik santrallerde kullanılan soğutma suları ve sistemdeki sular, madencilik, demir çelikler, kâğıt üretimi, dericilik... Buralarda tüketilen, kirletilen sularla kimler zengin ediliyorlar? Kirletilen bu suların halk sağlığına ve ülke tarımımıza etkileri...

Dereler inanılmaz bir kirlilik yükü altındalar. Sanayi kuruluşları, tarımsal kullanımlar, kentsel atık suların arıtılmamaları... Bir golf sahasının su gereksinimi bir kasabanınki kadardır. Şimdi bu yatırımlar da Türkiye’ye...

Milyon metreküp ölçeğinde suyumuzu ücretsiz kullanabilen meşrubat sanayinden bir kuruluş varken kentimizde biz susuzluğa doğru hızla yol alıyoruz.

Sorun yağış olmaması değil; suyun yaşamın devam etmesi için değil, sermayenin büyümesi için denetimsiz kullanılıyor ve kirletiliyor olmasıdır.

Bu konu daha çok su kaldırır. Daha çok belediye başkanının uykularını kaçırır.

Ama esas uykuları kaçması, uyanık olması gerekenler bizleriz.