Urla’nın Bademler köyünün kuzeyinde, Ovacık’tan İzmir - Seferihisar şosesine kadar, hafif dalgalarla uzanan toprakları sulayan üç dereden ikisi, yaz ayları gelince kurumuş 1950’lerde. Kalın kumlu, çakıllı yataklarıyla kuraklıktan gün günden yanan, kavrulan ovanın yüzüne atılmış iki ustura izi gibi kalırmış. Artık o yörede, ilk güz yağmurları düşünceye kadar, akan tek su sesi işitilirmiş. Biliyoruz bunları çünkü Necati Cumalı, Susuz Yaz kitabında aynen böyle anlatıyor. Suyun geçtiği toprakların çiftçiler tarafından bölüşüldüğünü, bu bölüşenlerin ikisi abi kardeş Kocabaşlar olduğunu da yazıyor En nihayetinde su yüzünden katil olur biri, sudur bu toprakların tek gerçeği.

İzmir’in tarih boyunca düşük nüfuslu kalmasının, çevresindeki şehirler gibi büyüyememesinin baş nedenlerinden biri susuzluktur. Özellikle yaz aylarında, şehir birçok seferler kurumuş kalmıştır. Daha milattan önce 133 yılında, Kızılçullu su kemerleri ile şehri beslemeye çalışırlar. Kaynaklardaki suyun şehre akıtılması düşünülse de o da 1800’lerin ortasından artan nüfusa karşı yetersiz kalır. Diana hamamları denilen, şimdi Gıda Çarşısının Altındağ tarafında bulunan bölgedeki gölet kurutulana kadar kullanılır. Sonrası modern barajlar. Ama Ege’nin havası beş milyon kişinin susuzluğunu gidermeye yetmez, yetmeyecektir de.

Cumhuriyet tarihinde özellikle 50’lerin başları, 70’lerin başları ve 2000’lerin sonları İzmir’in kuraklıkla kavrulduğu zamanlardır. 31 Temmuz 1949 tarihinde bir İzmir gazetesinde, Foça’da bazı çiftçilerin, kuraklık nedeniyle Gediz’in geri çekildiğini fark edemediklerini anlatır. Gediz çekilince, çekildiği yerlere deniz suyu gelir ve çiftçiler bilmeyerek bu suyu tarlalarına basar. Ekinleri yanan çiftçi belediyeden yardım ister… Aynı günlerde, yine aynı gazete Karşıyaka’nın buz ihtiyacı olduğundan, Karşıyaka’dan çevre semtlere buz kaçıranların derhal yakalanacağından bahsetmiştir.

1970’lerde yine kuraklık olduğunda, bu kez yağmur duası haberleri gazeteleri süsler. Menemenlilerin, yaklaşık iki bin kişi olarak, yağmur duasına çıktıklarını yazar gazeteler. Ne yazık ki dua işe yaramaz.

Ortalama beş yılda bir gelen, her kuraklık döneminde gazeteler susuzluk hakkında, kuraklık hakkında bir ton haberler yazarlar. İçme ve kullanma suyu sıkıntıları, tarımdaki verim düşüklüğünden artan gıda fiyatları, sıcaklık çarpmaları gibi sağlık sorunları gazeteleri süsler. Ama neredeyse hiç bir zaman, yağmurlu yıllarda kuraklığa karşı hazırlık yapılmaz. Egenin kaynakları bu kadar insanı beslemeye yetermiş gibi davranılır, şehir merkezinde insanların kalabalık olması için her şey yapılır. Üstelik kurak yıllar hiç bir zaman “afet” olarak nitelendirilmez. Sorun yaşanan yıllarda yeni kuyular açılır, tarımsal kredi ve borçlar ertelenir, su kesintileri gibi geçici çözümler aranır ama hiç bir zaman bir politika ve uzun vadeli plan oluşturulmaz.

Yine kurak yıllardan birisindeyiz. Yine kurak bir dönem yaşıyoruz ve işler yakın vadede düzelecek gibi gözükmüyor. Umarım bu kez afet ilan edebiliriz kuraklığı ve umarım bu kez, bu kuraklıktan ilham alarak kökten çareler ararız ve nihayetinde buluruz.