Yıkıntıların kenarından ilerliyorum. Bu yazının hikâyesi de o an başlıyor aslında. Henüz karları erimemiş bir dağın gölgesinde, etrafında yükselen binaların ortasında, bomboş bir arazinin kıyısında geçmiş zamandan kalma o binaların ne olduğunu öğrendiğim an yazmaya niyetleniyorum bu yazıyı. Yol boyu geniş bir arazi üzerinde kurulu, yılların yorgunluğu her halinden belli olan taş binalar, dünden bugüne tanıklık ettikleri her şeyin mağrurluğuyla zamana meydan okuyor gibi. Artık kullanılamaz hale gelmiş olsa da her birinin üzerinde yüzlerce, binlerce insanın hikâyesi okunabiliyor hala. Küçük bir Anadolu kentine yıllarca can vermiş olan bir kamu işletmesine ait lojmanlar, bugünden bakıldığında hayli kullanışlı, günümüzün şartlarında dahi lüks sayılabilecek yapılar şeklinde inşa edilmiş. Günümüzde müteahhitlerin daha fazla kar etme arzusuyla yapılan, içerisinde neredeyse nefes almanın bile olanaksız olduğu beton yığınlarını düşününce, toplumcu ve doğa ile barışık mimarların elinden çıktığı her halinden belli olan bu işçi evleri, Sümerbankların yağmalanmasının ardından geçen onca yılda kullanılmıyor olmasına rağmen ayakta kalmayı başarabilmiş. Sümerbankların haraç mezat satılıp, kapanmasının ardından savaşta esir düşmüş kentlerin yağmalanmış sokakları misali bütün hikâyeleriyle birlikte tarihin satır aralarında kalmış bu evler, geçmiş zamanda işçiler için yapılmış sağlıklı konutlar olmasının yanında sosyal birer tesis görevi de görmüş. İçerisinde 1960’lı, 70’li yıllarda Anadolu’da bugün bile rastlamanın zor olduğu sanatsal faaliyetlerin gerçekleştiği, yeni bir kent kültürünü inşa etmeye dönük onlarca işin yapıldığı, koca bir alanda kurulu işçi evleri, bu özellikleriyle Anadolu’daki aydınlanma hamlelerinin de bir parçası olmayı başarabilmiş.

Malumunuz kamuya ait olan her şeyin yağmalanmasıyla birlikte insanlara ucuz, kaliteli ve sağlıklı ürünler sunan Sümerbankların da varlığına son verildi. Köy Hizmetleri kapatıldı, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Ptt, Seka, şeker fabrikaları ve burada sayamadığımız birçok değerimiz talan edildi, birilerine peşkeş çekildi. Bununla da kalınmadı orman arazileri yasalarla talana açık hale getirildi, dereler satıldı, kıyılar parsel parsel lüks otellerin hizmetine sunuldu. Anlayacağınız elde avuçta ne varsa birilerinin oldu. Kamunun tasfiyesi kişilere zenginlik olarak aktı. Yeni dünya düzeni denilen ve 90’larda süslenip püslenip haramilerce propagandası yapılan yağma düzeni bir ülkeyi zenginliklerinden ve değerlerinden azade bir şekilde sadece sınırlardan ibaret bir toprak parçası haline getirmeyi başardı. Bunları yaparken kentlerin kimliklerini de zedeledi, yok etti. Kaotik ve hiçbir anlam taşımayan yeni özellikleriyle yaratılan kentler insanlar için birer cehenneme dönüşürken, o kentlerin tepesine yerleştirilen bir sınıf ki görgüsüzlüğü ve utanmazlığıyla Anadolu insanının alın teriyle ilmek ilmek örülen tüm birikimlere el koydu. Ekonomik alan yoksullar için tam bir harabeye dönüşüp, yönetilenler o harabenin yıkıntılarının altında kalırken, yönetenlerin politik ve mesleki ortakları o yıkıntıların üzerine kendi saraylarını, saltanatlarını kurdular. Her mahallede bir milyoner yaratmayı kafaya koyanlar mahallenin geri kalanını baş edilmesi güç bir yoksulluğun orta yerinde yapayalnız bıraktı.

Şairin dediği gibi “haramilerin saltanatı” hüküm sürüyor şimdilik memleket sathında ve onların saltanatı; sefası utanmazlığına denk bir karanlığa denk düşüyor yalnızca. Bu arlanmaz karanlık hükmediyor şimdilerde aldığımız nefese, düştüğümüz yollara, şarkımıza, türkümüze, aydınlık bir ülke için yeniden yazılacak olan öykümüze. Her tarafından delinmiş bir su borusundan sızan akıntılar gibi dikiş tutmaz bir hal almış, adaletin/adaletsizliğin yanı başında duran zamanın aksi sesleri. Bendini aşıp çağlayacak ve önüne kattığı tüm kiri pası temizleyecek olan bir sel misali halkın yarattığı değerleri yine ve yeniden yaratacak bir yol tutacak kendine, yarının hikâyesinde bu “yola gelmez” hali insanın. Günlerdir yollarda olan avukatlarımızın tüm engellere karşı durdurulamayan direnci ve ilerleyişiyle yolunu bulan su gibi.