Yaşadığımız hayatın belirleyicileri arasında birçok kavram yer alır. Tasarımın bu belirleyiciler arasındaki yeri pek çoğumuz tarafından genellikle anlaşılamaz veya fark edilemez. İnsanlara “sorun nedir?” diye sorduğunuzda, herkesin sorunun ne olduğuna dair gerçekçi ve doğru tespitler ortaya koyduğunu görebilirsiniz. Ancak “çözüm nedir?” dediğinizde cevap çoğu kez karmaşık ya da sorun içinde var olan eylemin tam tersinin yapılması olacaktır. Oysa hayatımızdaki birçok sorunun çözümünün tek cevabı var o da “tasarım”.

Tasarımın toplumu organize edebilecek bir güç olduğunu belki de ilk ortaya koyan oluşum Bauhaus Okulu idi. Temel amacı sanat ve zanaatın iç içe olduğu üretim biçimleri oluşturmak olan okulun amaçlarından birisi de sanatçının kitlelerin sorunlara çözüm getirmesiydi. 1919 yılında mimar Walter Gropius tarafında kurulan okulun çokça dile getirilmeyen asıl iddiası, tasarımın bir toplumu organize etmenin en etkili ve doğrudan yolu olduğu üzerineydi. Buradaki fikir “eğer siz insanların kullandığı tüm nesneleri (iğneden otomobile kadar) organize ve bir amaca yönelik tasarlarsanız, bunu kullanan bireylerin oluşturduğu toplum da kendiliğinden organize olacaktır” fikri idi.

Nesnelerin tasarımı ve dolayısı ile tasarım ile empoze ettiği kullanım biçiminin, insanların yaşam biçimlerine doğrudan etki etmesi durumu bugün artık bildiğimiz ve hayat içerisinde delillerini de sıkça görebileceğimiz bir gerçek. Tasarımın gücü bu anlamda toplumlara olumlu yönde katkı sunabilecek potansiyele sahip iken olumsuz anlamda da etki potansiyeline de sahip. Olumsuz etkiyi İletişim Tasarımcısı Rauf Kösemen şöyle dillendiriyor; “Tasarım çözemediği şeyi kirletir.”

Tasarımın bireyleri ve toplumu organize edebileceği fikrinin bugünkü temsilcisi ise IKEA’dır. Bu markanın tasarladığı ve ürettirdiği ürünlere dikkatle baktığınızda aslında bir işlevin yerine getirilmesi ardında yatan bir yaşam biçimi olduğunu görürsünüz.

Peki doğru tasarlanmış şeyin nasıl bir kimliğe sahip olduğunu nereden anlayacağız? Burada yardımımıza Apple’ın eski baş tasarımcısı Jonathan Ive’nin bir sözü koşuyor. Ive diyor ki; “İlk defa elinize aldığınız bir şeyin nasıl kullanıldığına dair (bir rehber ya da yazılı belge olmadan) hemen bir fikriniz oluşuyor ve onu kullanmaya başlayabiliyorsanız bu iyi tasarımdır.”

Tasarımın, olumlu ve olumsuz etkilerinin olabileceğine dair İzmir’den iki örnek ile yazımı bitireyim.

Geçtiğimiz günlerde “ulaşım” konusu ile ilgili Sayın Tunç Soyer yönetiminde yapılan toplantıda söz alan endüstri mühendisi arkadaşım Betül Elen, İzmirim Kart dolum makinalarında kartın okunduğu yere, kartı orada sabit tutan ufak bir plastik parça eklenmesini ve böylece elinde çanta, poşet gibi şeyler olan insanların bir eli ile kartı orada tutmak zorunda kalmayacağını, tek elleri ile kart dolumu yapabileceklerini söyledi. Basit ama çözüm.

Yanlış tasarlanmış, bisiklet yolunun yanlış konumlandırıldığı Kordon da burada bir örnek olarak verilebilir. Yaşlılar, engelliler ve bebek arabaları ile yürüyen insanların Kordon’da düzgün zemine sahip yürüyebileceği tek yer bisiklet yolu ve koşu yolu olunca bisikletliler ile yayaların kaotik hikayelerinin yazıldığı yerdir İzmir Kordon. Tasarım, çözemediği şeyi Kordon’da böyle kirletmektedir.

Büyük sorunların küçük çözümleri olduğunu bize söyleyen ve yalın bir şekilde gösteren tek şey “tasarım” dır.