Aklımı başından alıyor bu Sonbahar göğü. Hep mi böyleyleydi, yoksa yanan ormanlarımızın acısı ve ah’ı, daha mı bir derinleştirdi bu gökyüzünü? Bilemedim. Bir yerden bir yere telaşla akanbulutlar, masmavi-bembeyaz bugökyüzü…‘İzmir’de olmak, İzmir’de yaşamak güzel şey be kardeşim’ dedirtiyor her defasında…

Şu an İzmir’deyseniz yahut bir Sonbahar günü geçtiyseniz bu güzel şehirden, bilirsiniz; masmavi akıp duran gök, derin ve telaşla kabaran deniz, her Sonbahar böyledir aslında. Fakat yine de her gördüğünüzde, benim gibi şaşa kalır, ilk kez görmüş gibi olursunuz...

Bugün aldanarak bu Sonbahar göğüne, bir baştan bir başa dolanayım istedim bütün kıyıyı. İnciraltı’nda, Kent Ormanı içinde kalan geniş bölgede bir pelikan sürüsü ile gözgöze geldim ilk önce. Uzak iklimlerin bu sakin güzellerinin hemen yanında, upuzun boyunlu flamingolar, turnalar ve daha envai çeşit kuşlar, sessizce, yan yana sıralanmışlar. Ah dedim, “hiç değilse kuşlar özgür, ama olsun, bizim ülkemizde de mutlu bir takım canlılarvar demek ki…”

Sonra hatırladım, kuş sürülerinin asıl cennetinin Çiğli’deki ÇamaltıTuzlası’nda olduğunu… Hatırlayacaksınız, bir zaman önce SİT raporlarını hiçe sayarak orayı satışa çıkarmışlardı da, büyük bir direniş ve daha o zamanlar açık olan Anayasa Mahkemesi kapısı derken,rant çeteleri geri çekilmek zorunda kalmışlardı… Ve kuş cennetindesoluk alan; flamingolar, tepeli pelikanlar, leylekler, küçük kerkenezler, sunalar, angıtlar, deniz saksağanları, kılıçgagalar, deniz kırlangıçları, gümüşü martılar, uzunbacaklar, tepeli tarlakuşları, arıkuşuları, kuyrukkakanlar, çulhakuşları, kelaynaklar, küçük karabatağanlar ve yabandomuzları, tilkiler, çakallar, sincaplar, tavşanlar, sansarlar, porsuklar, gelincikler, kirpiler ve sazlık kedileri; en azından şimdilik kurtulmuşlardı ölümden…

Bunlar zihnimden akarken, kimi kirli ellerin farklı zamanlarda İzmir’i karıştırdığını, bazen de kışkırttığını düşünüyorum. Ormanlarına, suyuna ve yaşam biçimine kötülük, sevgisizlik bulaştırmaya çabalıyorlardurmaksızın ve bu kirli elleri bazen görüyoruz, bazen seziyoruz ama her zaman uyanık olamıyoruz o el’e karşı!

Sözgelimi o eller ormanlarımızı yaktı.Karabağlar’da başlayan yangınlar, Seferihisar Ormanlarını da büyük oranda kavurdu, yok etti ve oradaki canlılar için ağlamak dışında hiçbir şey yapamadık. İzmir’imizin 6.500 hektar ormanlık alanı, içindeki ev sahibi canlılarla birlikte yok oldu gitti, yazık ki onları kurtaramadık ölümden…

Başımda sakin, masmavi akanşu bulut, içimde kımıldayıp duran şiirler ve kalbimdeki derin kederle, çöktüm bir ağacın altına ve uzun uzadıya izledim yeniden kuş sürülerini…Ne çoktular ve ne çok doğaya, insana muhtaçtılar. “İnsan” deyince, irkildim“elleri” geldi aklıma ve çömeldiğim ağacın altından usulca kalkıp, uzağa, çok uzağa uzun uzun baktım… Ataol Ağabeyin (Behramoğlu) şu dizeleri dökülüverdi dilimden;

“Sonbahar serin kanatlarını gerdi şehrin üzerine/ Umutlar, umutlar akıp gidiyor nehirler gibi/ Nedir bu işin aslı astarı, nedir bu hayat dediğimiz şey/ O beyaz kuleli şehre gidince ne olacak sanki/ Diyelim ki saçlarına kurdeleler takmış sarışın bir sevgilim olsun orada/ Ve diyelim ki onun bir protestan papazı olan babasıyla/ Tevrattaki hikâyeler üzerine oturup konuşalım/ Diyelim ki akşamdır, güneş karşı tepenin üzerinden/  Küçük, pembe kiremitli evlere altın ışıklarını saçmadadır/ Ne değişecek, hayatımız sürüp gitmeyecek mi/  Hep aynı şeyler konuşulmayacak mı aynı yerlerde/  Burnunda çiller olan o kız da bir papazın kızı değil miydi/ Ve Bursa’da bir akşamüstü kokladığı nergisin sarı tozları çilli burnuna bulaştığında/ Onu sevdiğimi söylemiştim, güneş çatlayacak kadar büyüktü/ Ve kalbim çatlayacak kadar sancıyordu birtakım anlatılmaz uygularla…”

6 Ekim 2019, Balçova

Not: Belleğim beni öylesine yanıltmış ki; geçen haftaki yazımda “Kim var imiş biz burada yoğ iken” dizesinin Yunus Emre’ye ait olduğunu yazmışım. Oysa Karacaoğlan’a aittir, düzeltir, özür dilerim!