İktidar her şeyi doğru yapamadığı gibi, hep yanlışı da yapamaz. İktidarın halkın desteğini almasının ölçüsü nedir? Öncelikle halkın refahının artırılması gerekir. Bunun da bir ölçüsü var, o da milli gelirin dağılımıdır.

2020 yılında, Türkiye'de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, geçen yıl bir önceki yıla göre 1,2 puan artışla yüzde 47,5'e yükseldi. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,3 puan azalarak yüzde 5,9'a geriledi.

Bunlar TÜİK’in verileri. Sürekli yönetici değiştiren TÜİK, rakamlarla ne kadar oynarsa oynasın, ülkede Mayıs ayında toplam enflasyonun 73,5’a çıkmasını engelleyemedi.

En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim neredeyse ulusal gelirin yarısını alıyor. En düşük gelire sahip olan yüzde 20’lik kesim ise ulusal gelirden yüzde 6’nın altında pay alıyor. 2021 yılının rakamları gelecek ay açıklanacak. Adil gelir dağılımı beklentisinin yine boş olduğunu göreceğiz. Nedeni açık; yüksek enflasyon, temel ihtiyaç maddelerine yapılan müthiş zamlar, akaryakıt, elektrik, doğalgaz gibi olmazsa olmaz ürünler de bunun ekstrası…

Bakanlar ve reisleri istedikleri kadar olaylawra pembe gözlükle baksınlar, vatandaşın da bu pembe sözlerin peşinden gitmesini isteseler de gerçekte halkın önemli bir kısmı yoksulluk yaşıyor. Bu haftanın özelliği ise iktidarın bunu sözleriyle teyit etmesi oldu.

“Bugün bizim ülkemizde teknik anlamda enflasyon değil, fiili bir hayat pahalılığı vardır.”

“Şöyle ki yaşananlara enflasyon diyebilmemiz için kamunun harcama disiplininin kaybolması, bütçenin çok yüksek açıklarla yönetilebilir olmaktan çıkması gerekir.”

Hayat pahalılığı bir yıl içinde yüzde üç yüz artıyor ve buna enflasyon diyemiyoruz, öyle mi?

Enflasyon olması için de kamunun harcama disiplininin kaybolması gerekirmiş. Bütçenin de çok yüksek açıkla yönetilebilir olmaktan çıkması gerekirmiş.

Bu da bu yılın teorisi. İktidar ne yapacağını bilemez hale geldi. Sandılar ki, faizleri düşürerek doların yükselmesi sonucu girdilerdeki fiyat artışının yarattığı enflasyon bir yerde duracak ve fiyatlar geri gelmeye başlayacak. Ancak durum hiç de öyle olmadı, enflasyon tırmandıkça tırmandı.

Yatırım, istihdam, üretim, ihracat tamamen özel sektörün dünya ile bütünleşme çabasının bir sonucu. Döviz ile yaptıkları ham veya ara madde ithalatı ile üretim yapıp yurtdışına satıyorlar. Hem döviz kazandırıyorlar hem de istihdam sağlıyorlar.

Ancak ortada gittikçe artan bir yoksulluk var. Erdoğan diyor ki; “Peki burada kazanan kim? Yüksek faizle cebi dolan içerideki bir avuç tuzu kuru kesim.”

Yüksek faiz veren, pardon kur korumalı yatırım hesabının faiz dışındaki finans yükünü bankalara ödeyen kim? İktidar.

Bütçe disiplini derken, yatırımların neredeyse tamamını “beşli çete” denilen yandaşlara aktaran kim? İktidar.

Piyasada dönen para sınırlı.

Vakıflarla tüm ihaleleri kontrol altına alan, hatta denize koyan şamandıralardan bile parayı kendi vakfına alan kim? İktidar.

Üreticinin hasat ettiği ürünü hallere taşıyan kamyonların kayıt deposuna ortak olan kim? İktidar.

Erdoğan diyor ki; “Bizim dönemimizde hem evi hem arabası olan kişi sayısı yaklaşık 3 kat arttı.” Doğrudur, ev ve araba sahibi olanların listesi yayınlansa birkaç evi ve birkaç arabası olanların da yandaş olduğu ortaya çıkar. Ankara’daki bürokratlar ve yakınları adına alınan evlerin ve arabaların dökümü büyük olasılıkla seçimden sonra ortaya çıkar.

Dolardaki yükselme tekrar akaryakıt zammını ve doğalgaz ile elektrik zammını tetikleyecek. Umutla beklenen turizm gelirleri de böylece etkisiz kalacak.

Halkımıza edilen küfürlerin, yeniden komşularla gerilimin de etkisi kalacak. İktidar, millet ittifakına devir teslim yapıncaya dek, son ana kadar hortumlamaya devam edecek gibi gözüküyor.