Türkiye günlerdir bir suç örgütü liderinin yayınladığı videolara kilitlenmiş durumda. Yayınlanan her videoya bakanlar yanıt veriyor, polis operasyonlar düzenliyor. Türkiye’nin gözü önünde süren siyasi hesaplaşma, hali hazırda var olan yönetememe krizini yeni bir siyasi krize evriltiyor. Hep birlikte mafya dizisi izler gibi izliyoruz.

Hepimizin ilgisini çekmesi elbette doğal bir durum; hem ciddi iddialar ve tartışmalar içerdiğinden doğal hem de bir suç örgütü ile devlet yöneticilerinin karşılıklı suçlamaları ve atışmalarının olmasından…

Normal olmayan ve gerçekten silkinip “ne oluyor ya?” diye sormamız gereken bir durum da var ortada. Yayınlanan görüntüler her ne kadar kendini izlettiren cinsten olsa da bizi öfkelendirmek yerine keyiflendiriyorsa burada ciddi bir sorun var demektir. Salgında hayatta kalmaya, geçinmeye, asgari koşullarda yaşamaya çalışan koskoca bir ülkenin devlet yöneticileri ile suç örgütlerinin ortaya saçılan kirli ilişkilerinin seyircisi haline gelmesi kabul edilebilir değil. Eğer olay böyle vuku buluyorsa, yaşanan siyasi kriz, zorluklarla cebelleşen bir ülkenin afyonu haline gelmiş demektir.

Elbette öfkelenelim, tepki gösterelim ama oturduğumuz yerden, ekranlardan veya sosyal medyadan değil…

Ortada keyif duyacağımız bir şey yok, biz yaşam mücadelesi verirken elini uzatmasını beklediğimiz, halkına yardım etmesini beklediğimiz devletli bir iktidarın ortaya saçılan pisliklerinin seyircisi olmayı reddetmeliyiz. Önceki yazımızda açmaya çalıştığımız hattı kaybetmemeliyiz.

Eğer devletli iktidardan tüm ülke olarak umudu kestiysek ve Mecliste hesap sormak fiilen mümkün değilse kentlerimizde, sokaklarımızda hem hesap sormalı hem de yaşam mücadelesinin en güçsüz kesimlerinden başlayarak yeni bir yaşamın mümkün olduğunu göstermeliyiz.

Bırakalım devletli iktidar ortaya saçılan pisliklerle iç hesaplaşmasına devam etsin. Biz yerel iktidarlarımızda halka el uzatalım. Yardım etmek için değil; birlikte yöneterek, birlikte çözüm üreterek umudu büyütmek için…

Onlar göstermelik yardımlarla günü geçiştirmeye çalışsın biz halkın sorunlarına gerçek çözümler üretelim. Kentlerimizin tüm gücünü ve potansiyelini işsizlere iş üretmek için harcayalım. Sağlıklı ve besleyici gıdaya erişemeyenler için ekilmemiş bir karış toprak bırakmayalım, soframızı büyütelim. Gençlere ve kadınlara özgür meydanlar, özgür kürsüler kuralım.

Onlar karanlık ilişkilerinde boğulurken biz kapı kapı gezip halkın derdini dinleyelim; meydanlarda buluşup öfkemizi birleştirelim, kentlerimizdeki her kesimi kapsayan bir çözüm siyasetini yaşama geçirelim.

Daha önce önerdiğimiz “salgın sarmalında kentin durumu” raporu bu noktada hızla hayata geçirilmesi gereken bir ilk adımı temsil ediyor:

“İstatistiklerden ibaret bir hasar raporu değil elbette, sokağa çıkabildiğimiz ilk an sokaklarını, parklarını, ekmeğini paylaştığımız insanlara gitmeliyiz, halini sormalıyız, gözünün içine bakmalıyız. Her kent yönetiminin, “salgın sarmalında kentin durumu” raporunu hem ayrıntılı verileriyle hem de yurttaşlarına değerek oluşturması gerekiyor. Sonrası sorun ve ihtiyaçlar raporunu, kentin siyasal ve sivil odaklarıyla birlikte ama en çok da yurttaşlarla, bir dayanışma ve çözüm planına dönüştürebilmek. Kent iktidarını, devlet olanaklarından dışlanan herkese söz ve karar hakkı tanıyarak genişletmek dünyanın en meşru ve en etkili çözüm yöntemidir herhalde. Birlikte üretmek, birlikte yönetmek; tek bir adamın kararlarıyla krizden krize sürüklenen bir ülkede en çok özlenen ve arzulanan şeyi olsa gerek…” (https://www.izgazete.net/kentler-salgindan-nasil-cikacak-makale,2596.html)

Şimdilik son söz yerine; bırakalım onlar birbirlerinin yüzüne baka baka kirli ilişkilerini kussunlar, biz yaşam mücadelesi veren halkımıza dönelim yüzümüzü. Kapılarımızı açalım ve halka güvenelim. Kapılarını çalalım ve ülkemizin tüm olanaklarının halk için seferber edileceği halk iktidarını kurana kadar hem dertlerine derman olalım hem de kimseyi dışlamadan hep birlikte yeni ve temiz bir geleceğin mücadelesini yükseltelim…