Merhaba Gürhan Abi,

Hiç iyi haberlerim yok size!

Her gün ülkenin bir yanı, bilinçli çıkarılmış yangınlarla kül oluyor. Yakan belli, yakılış biçimi ortada, umursamayan da öyle... Her yangında, filiz filiz ağaçlar yeniden düşüyor aklıma... Nerede ovaya, vadiye, denize bakan bir ağaçlık görsem içim acıyor orada yükselip duran ağaçlar için. Sahi Gürhan Abi, bilir mi “gölgeleri de meyveleri de başkaları için” ağaçlar, onlara da yönelen düşmanlığımızı? Baltaya, “Ne yapayım ki sapın benden!” dediğine göre haberi var mıdır bir gün balta darbeleriyle ya da ateşin - arsız egemenler gibi- acımasız saldıran alazlarından kurtulamayacağını...

Anladığım o ki nerde yeşil bir alan kalmışsa oraya bir “urna” yerleştirmeye, aslında tüm ülkeyi, “Urna Diyarı”na çevirmeye yemin etmişler.

Sevgili Halit (Şekerci) abi ne güzel çizmişti! Yıllardır her yaz, neredeyse her günümüz için bir “urna”ya ihtiyacımız var!

Sevgili Gürhan Abi

Ne zaman sizi hatırlasam (mimar dostlardan biriyle hele ki sevgili Emel Kayın’la her bir araya gelişimizde sizi de yanı başımda duyumsarım), mimarlık alanındaki o unutulmaz hocalığınızın yanında “İzmir İzmir”de sevinçle yer verdiğimiz kent ve gezi yazılarınız dolayısıyla da olmalı, kentleri, yapıları, yolları da düşünürüm... O yazılarınızın kucaklayan dili, sıcaklığı, çağıran sahiciliğiyle ne çok Avrupa kentini gitmeden görmüş, tepeden tırnağa gezmiştim! Ve bir kente ilk kez düşmüşse yolum, ‘Gürhan abi burayı nasıl anlatırdı?’ merakı gezi boyunca terk etmez beni!

O asfalt yolların, her birinin girişinde-çıkışında bir Deli Dumrul’un beklediği otoyolların olmadığı dönemlerde ülkemizde de her kentin, kasabanın, köyün kendine özgü bir dokusu, yapılarının bambaşka konumlanışı varmış ya... geceleyin uyumuşsanız, yolcuğun bir yerinde, ansızın uyandığınızda bilirmişsiniz ya hangi kentten/ beldeden geçmekte olduğunuzu... Her geçen gün, hayatlarımız gibi, kentlerimiz de yardan uçarcasına birbirine benziyor. Biliyorlar çünkü yapıların, sokakların, kentlerin aynılaştığı yerde insanın da kendine özgülüğünün yiteceğini... Ve bir an önce robotlaşalım telaşıyla eskiden ne kalmışsa “eski” olduğuna hükmedip düşünmeden yerle bir ediyor rantiye! 

“Hayatlarımız gibi” dedim ya istiyor ki arsız egemen; herkes aynı hayatı yaşasın, varsıllığımız bildiğimiz farklılıklarımız kalksın ortadan/ silinip gitsin. Dahası var; kimse uzatmasın elini kimseye, kimse kimseye dokunmasın, sormasın bir şeye gereksinmen var mı diye...

İçim sıkılıyor bunları yazarken ama ne yapayım ki elde olan, karşı karşıya olduğumuz bu... Dahası var! Şimdi, nerdeyse “dünyanın bütün kara parçalarında” (Bak, bu lafı da çok seviyorum! Hiç unutulmasın Cemal Süreya.) korku dağları bekliyor. Ortaçağın veba salgını benzeri, ondan bin beter bir dert var insanın başında! Dünya denen şu gezene, şu güzelim doğaya düşman bir tek biz varız ya bizim de en utanmazlarımız, acımasızlarımız, kâr hırsından gözü dönmüşlerimiz yönetiyor bugün dünyanın birçok ülkesini... Bereketli toprakları lanetli kılmaya, “topraktan öğrenip kitapsız bilen”lerimizi topraktan tümüyle koparmaya, milyonlarcamızı ekmeksiz bırakmaya yemin etmişler bir kere...

Sevgili Gürhan Abi,

Şimdi bütün bu sıraladıklarım, veryansın ettiklerim var ya oturup onları sizin de olduğunuz bir ortamda konuşsak o her zamanki inceliğiniz, mesleki birikiminize eklenen zarafetinizle kimbilir daha hangi soru(n)ları bulup çıkarmamızı, konuyu bütünlükle görmemizi sağlar; hepimizi esenlikle bir düşün istasyonuna taşırdınız. Hiç unutmadım; dergi toplantılarımız, siz varsanız daha kalabalık oluyor, daha verimli geçiyordu.

Size hiç sordum mu, anımsamıyorum ama o toplantılarda da düşünürdüm, ‘Gürhan abi için acaba hangisi daha önemli; kent mi, mimarlık mı, İzmir mi, gezmek mi, yazmak mı?’ Bir LGS sorusu olsaydı bu, “hepsi”yle birlikte sanırım en az altı seçeneği olurdu.

Son olarak, “Tamamlanmış olmaktan henüz çok uzak...” dediğiniz “İzmir Kitaplığı” için son yıllarda dişe dokunur çabalar olduğunu ama bunların da “bireysel” düzeyde kaldığını üzülerek belirteyim.

........................

Gürhan Tümer (mimar, kentbilimci, yazar/ 1944-20 Temmuz 2013)

urna: ölülerin küllerinin saklandığı kap (H. Şekerci’nin karikatüründen...).

İzmir İzmir kent kültürü ve sanat dergisi”; İzmir’de, 1996’dan beri yayımlanmakta olan, kentin en uzun soluklu süreli yayını.

XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Fransız Gezginlerin Anlatımlarında İzmir”, Olaf Yaranga, çev. Gürhan Tümer, İzmir Yayıncılık, Ekim 2000, s.vııı