Geçtiğimiz günlerde, İz Gazete, yazarları ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i bir araya getirdi.

Uzun süren bir sohbetin aklımda bıraktıkları; yeni bir siyaset anlayışı, başka bir yaşam ve belleğimizde kalmış olması gereken bir vicdan.

Bunları mı konuştunuz diye sorulabilir elbette, yanıt evet olacaktır, çoğunlukla bunları konuştuk, parklar, bahçeler, ulaşım yöntemleri, bisiklet de konuştuk ama yaşanabilir bir kentin, yaşanabilir bir ülkenin, özgür bir insan olmanın felsefi, sanatsal, sosyolojik ve siyasal temellerini beraberce değerlendirmeye çalıştık.

Yaşanılan siyasi travma her yeri, her kişiyi etkiliyor. Siyasi travmanın iki yanı bence çok önemli: siyasi dilin cinayetleri ve belleğin yok oluşu.

Siyasi dil ikna ve tartışma aracı halinden çıktı ve bir silah haline dönüştü/dönüştürüldü ve şuursuzca cinayetler işlemekte, kitlesel kıyımlar yapmakta.

Siyasi dil, sadece yönetme gücünü elinde bulunduranların değil, yönetmeye aday olanların da bir silahı haline geldi; benzeşim.

Bellek giderek zayıflamaya başladı, sözlü ve yaşamsal aktarımın yerini belgeseller aldı, yakın geçmişimizi bile nostaljik duyumsamalarla yaşar hale geldik; toplumsal bilinç kaybı.

İnsanca vicdan, zayıf bir belleğin ve katil bir dilin kölesi oldu; güçten yana bir vicdana doğru hızla yol alamaya devam ediyor.

Bu durum değişebilir mi? Yerel, genel siyasetin unsurlarını belirleyebilir mi? Yereldeki dönüşüm, ülke genelinde etkili olabilir mi? Siyasetin dili ve yöntemleri yerelden değişebilir mi?

Bazı açılardan bakıldığında, yerel yönetim tarihi, kent-site yönetimleri, kurumsallaşmış devlet yapılarından eskidir. Merkezi devletin insanla iletişimin koptuğu her dönemde de, toplumsal ilişkinin sağlanabilmesi amacı ile yerel yapılar oluşturulmuş veya oluşturulmak zorunda kalınmıştır.

1840’larda, Glasgow’da yaşanan kolera salgını, su hizmetlerinin yerel yönetim tarafından yapılmasını beraberinde getirmiştir. Fabiancı olarak anılan İngiliz belediyelerinin, toprak reformu ve sosyal dayanışma çalışmaları, sistemi bir bütün halinde etkilemiştir. Paris Komünü, dünyanın politik yörüngesini değiştiren yolu aralamıştır.

Küçük, kırılgan yapılarına rağmen dünyaya meydan okuyan bu örnekler, birkaç insanın düşünden başlamıştır.

Tarihteki tüm insani öykülerde iki durum mutlaka vardır; yeni bir dil, yeni bir düş.

Siyasetçi, genelin dilinden bir adım öteye gidemiyor hatta gerisinde kalıyorsa,

Siyasetçi, genelin yaptığı muhalefetin ötesine geçemiyor ve hatta ancak genelin yaptığı muhalefeti ancak genelin söylemleri ile yapıyorsa,

Siyasetçi, tüm argümanlarını karşıtının varlığı üzerine kuruyorsa,

Siyasetçi, kendisinin içinde bulunduğu kurum ve sistemlere eleştirel gözle bakamıyorsa…

Bu liste uzar gider. Sonuç;

"Sözlerim uçuyor havaya, ama düşüncem yerde;

Öz olmayınca söz yükselmiyor göklere!"[1]

İzmir, yerelden genele bir değişimin başlangıcı olabilir mi? Yeni bir siyaset dilinin? Yeni ve başka bir yaklaşımın? “Diğeri”nden korkmayanın? Niye olmasın?

Yeni düşler için yeni bir dil.

Umut var hala.

“Öyle yıkma kendini,

Öyle mahzun, öyle garip…

Nerede olursan ol,

İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatçının, fesatçının, hayının…

Dayan kitap ile

Dayan iş ile.

Tırnak ile, diş ile,

Umut ile, sevda ile, düş ile

Dayan rüsva etme beni.”[2]

[1] Hamlet- William Shakespeare

[2] Anadolu, Ahmed Arif