Sinema Gezgini için işte o kutlu günlerden, o kutsal cumalardan biri yaşanıyor. Bu hafta 100. kez karşınızdayız. Yayın ve üretim dünyasında eskiden sık duyduğumuz bir deyişle söylersek; Sinema Gezgini bu hafta dalya(*) diyor. Bu deyişi sayfanın en vefalı okurlarından biri olan sevgili Onur Akşit hocam anımsattı, kendisine bir kez daha teşekkür etmek isterim.

(Not: SİNEMA GEZGİNİ’ni her Cuma yayınlanan İz Gazete sayfasından okumak için TIKLAYINIZ)

23 Eylül 2019’da başlayan serüvenimiz o günkü tutkuyla devam ediyor. İz Gazete’nin her biri alanında çok değerli çalışmalara imza atan ekibiyle birlikte verimli haftalar geçirdik. Sinema Gezgini’nde özellikle İzmir ve sinema ilişkisini merkeze aldığımızı, bağımsız sinema çalışmalarını izlemeye ve bunlara naçizane destek olmaya çalıştığımızı belirteyim. Bu minvalde resmi açılışı geçen aylarda gerçekleşen İzmir Sinema Ofisi’nin etkinliklerini ve işlerini yakından takip ediyoruz. Ayrıca sayfa yayın hayatına başladığı günden bu yana hem sinema birikimi hem de öneri ve desteğiyle daima yanımızda olan Karaca Sinemasını ve yürütücüsü Serdar Arslan’ı anmadan geçmeyelim. Yıllardır bağımsız sinemacılığın ruhunu içten ve tükenmez bir çabayla devam ettiren Serdar abiyle dilerim daha çok uzun yıllar film eleştirisi ve tanıtımlar yoluyla sinema ruhunun aktarılmasında birlikte olabiliriz.

SİNEMAYA AŞKLA BAKMAK

100. haftanın şevk ve heyecanıyla bu satırları yazarken Sinema Gezgini’nin sinemaya bitimsiz bir tutkuyla, içeride çok derinlerde bir yerden bağlandığını bir kez daha anımsatmama izin verin. Kişisel açıdan çok uzun bir yolculuğun yansımaları ve birikiminden beslenen bu sayfa, sinema sanatına aşkla bağlı bir dokunuşun gücüyle hareket ediyor. Filmlerin kitlesel iletişim için önemini atlamadan sanatsal ve toplumsal işlevlerini de dikkate alıyor. Ana akım sinemayı da bağımsız filmleri de benzer bir duygudaşlıkla ele almak istiyor. Yeter ki dürüst, tutkulu, nitelikli filmler üretilsin ve seyirciyle paylaşılsın. Bu açıdan yaklaşık iki yıllık süreçte bir bölümü Korona denen o acayip musibetle gölgelense de sinema üretimini daha dikkatli izlemeye çalıştığım bir dönemden geçtik. Yerel iş birlikleriyle, İzmir’de sinema üretmek ve paylaşmak isteyenlerle iletişimde kalarak, her türlü deneme ve projeye önem vermeye çalışarak belli bir kalitede bir sayfa oluşturmak Sinema Gezgini’nin en önemli hedeflerinden biriydi.

ZENGİN BİR İÇERİK

Geriye bakınca bunu büyük ölçüde başardığımı(zı) görüyorum. Hem yerel hem de ulusal düzeyde Sinema Gezgini’nin tam sayfa içeriklerine yakın bir ‘sinema sayfası’ bulmak mümkün değil. Pek çok büyük gazetede, sanal ağa da sirayet eden film eleştirisi bölümleri mevcut elbette. Sinema dünyasından haberler ve söyleşilerle renklenen sayfalar da hazırlıyorlar. Sinema Gezgini’nin farkı ise sinemayla bir tür sinefil tutkusuyla bağ kurması ve bunun gerektirdiği içerikleri düzenlemesi: Sinema tarihinden anekdotlar, yönetmenlerin, yapımcıların, sinema emekçilerinin teknik ya da kültürel açılımlar sunan sözleri, filmlerden replikler, önemli sahneler, kamera arkası süreçlerle ilgili genellikle tarihsel ayrıntılar, sinema terminolojisine ilişkin ilginç bilgiler, film eleştirisi yanında geniş bir konu alanını kaplayan analizler, sayfanın izin verdiği ölçüde gerçekleştirilen söyleşiler, çeşitli sanat alanlarından isimlerin sinemayla çocukken kurdukları ilişkiye eğilen ‘Bir Film Gördüm’ köşesi, film listeleri ve öneriler… Buna benzer daha pek çok ayrıntı, meraklı sinema izleyicisiyle bu sayfalar aracılığıyla buluştu. Kimileri sürekli bölümler ve kutucuklar hâlinde sayfada yer aldı. Kimi bölümler de gündemin durumuna, sinema etkinliklerinin gidişatına göre belirlenerek farklı haftalarda görünür oldu.

FİLMLERİN GÜCÜNE İNANMAK

Açık söylemek gerekirse her hafta bu genişlikte bir sayfa hazırlamak hiç de kolay değil. Fakat başta da belirttiğim gibi sinemanın o bitimsiz rüya evreninde dolaşmak, gerek akademik gerek gündelik dilde yaşayan ayrıntıları incelemek, bunlardan o haftaya uygun bir seçki yapmak başlı başına keyif veren bir uğraş. Özellikle de sinemanın iyileştirici, dönüştürücü, insanın kendi varlığını anlayabilmesi için güçlü bir araç olduğuna inanıyorsanız. Sinema Gezgini, icat edildiği günden bu yana sinemanın bu özelliğini hiç yitirmediğine inanıyor. Zaman zaman kitlesellik adı altında kendi içini boşaltsa da dijital çağın getirdiği ucuzlaşma, çoğullaşma ve tektipleşmeye doğru hızla ilerlese de sinema hâlâ eski günlerdeki gibi insan ruhunun derinliklerine yapılan en önemli yolculukları sunma kapasitesine sahip. Filmlerle kurduğumuz en güçlü bağları da böyle yolculuklar içinde keşfetmiyor muyuz? Bence yedinci sanat bu gücünü kaybetmeyecek. Duyarlı ve bilinçli sinemacıların çoğalmasıyla, sinemaya duyduğumuz içsel gereksinim, hikâye anlatmaya dair o büyük ihtiyacımızla daima kesişecek ve biz, gerçekten biz’i anlatan, biz’e dair o filmleri bağrımıza basmayı sürdüreceğiz. Sinema Gezgini işte o filmlerin peşinde daha uzun yıllar sizlerle olmaya devam edecek.

(*) Dalya: TDK’ye göre, “bir şey sayılırken birim olarak alınan sayıya gelindiğinde söylenen uyarma sözü: Dalya yüz! Dalya iki yüz gibi…

HAFTANIN ÖNERİSİ: AV

ERİL TOPLUMSAL YAPIYA SAĞLAM BİR ELEŞTİRİ

Ekimin ilk haftası yoğun ve ilginç bir gösterim programı var. Gösterime Yeni Girenler bölümünde bu filmlere kısaca değindim. İçlerinde oyalayıcı, tür filmi olarak belli bir düzeyi tutturan örnekler var kuşkusuz. Fakat gerçekten nitelikli, özel filmlere gelince onları ayırmak gerekiyor.

Türk sinemasında son yıllarda giderek genişleyen ve laçkalaşma düzeyine varan ticari film kültürü içinde, daha kısıtlı bir seyirciye ulaşan, tür sineması unsurlarını belli bir bilinçle işleyerek bu coğrafyaya özgü biçimlerde yeniden üreten denemeler daha sık karşımıza çıkmaya başlıyor şükür ki. İşte Av onlardan biri.

Küçük Bir Hakikat, Kırmızı Alarm gibi başarılı kısa filmleriyle tanınan ve tür sineması eğilimlerine yabancı olmayan Emre Akay, bu ilk uzun metrajlı çalışmasında av-avcı gibi bir diyalektik içinde üretilen klişeleri canlı ve yerel unsurlarla başarılı bir yapıda bir araya getiriyor. Deniz Cuylan’la birlikte yazdıkları senaryo, kendisini öldürmek isteyen dört erkekten kaçan bir kadın kahraman üzerine kurulu. Hâliyle öykünün temel çıkış noktaları, erkek-egemen toplumsal yapının gedikleri içinde görünen ifrazatın incelenmesi için çok önemli bir alan açıyor. Bir kaçış öyküsü olarak kurulan ve yapı içinde kahramanın erk karşısındaki mücadelesini ve dönüşümünü konumlandıran filmi bizim sinemamızda pek örneğini görmediğimiz için özellikle heyecan verici buluyorum.

NİTELİKLİ FİLM BULMAK

Av, yurt dışında tür filmleri ağırlıklı festivalleri dolaşarak epey takdir toplamış durumda. Özellikle Birmingham Cine-Excess Festivalinde En İyi Film ödülünü kazandığını belirtelim. Seyirciyi diken üstünde tutacak yalın ve sert bir anlatımı var filmin. Kaçışın yarattığı gerilim ögesini ana karakterin kadın olması sebebiyle toplumsal bir gerilimle birleştiriyor. Sırf bu sebeple bile değerli bulunmalı. Bizim gibi evrensel insan hakları bakımından ve ahlâki açıdan geri kalmış toplumlarda kadın ve erkek cinsleri üzerinden yerleşip erkeğin lehine işleyen kodlamaları kaçış öyküsüne sıkı biçimde yerleştirmeyi başarıyor. Filmin toplumsal cinsiyet merkezli okumalara alan açan bu yapısı, son yirmi yıldır baskısını giderek artıran gerici iktidarın serbest dolaşımına izin verip her alanda köklendirmeye çalıştığı eril unsurların güçlü bir eleştirisine imkân tanıyor gibi. Kadınlara yönelik psikolojik ve fiziksel şiddet olgusunun yaşamın her alanına sızdığı, bir türlü hız kesmediği bu içler acısı dönemde toplumsal uzlaşımları yeniden düşünmek, yaşam hakkı için ses verebilmek adına filmin önemli bir çaba olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca Av; görüntü, kurgu, müzik gibi teknik alanlardaki kalitesinin yanında oyunculuklarıyla da çok başarılı bulunmuş. Özellikle Billur Melis Koç’un performansı çokça övülüyor.

Bu değerli filmi İzmir’de en iyi seyir deneyimi sunan Karaca Sineması’nda izlemenizi tavsiye ederim. Geçen hafta da bahsetmiştim, Cinemaximum’un gösterim kalitesine değer vermeyen, görüntüyü soluk sunmaktan kaçınmayan salonlarında izleyerek filmin kalitesini heba etmeyin.