Bazı toplumlar, için sorunlar kanıksanmalı ancak çözülmemelidir. Çözümsüzlüğü ile varlık bulan sorun, toplumun temel değeri haline gelmiştir ve artık yaşamsal devamlılığın olmazsa olmazıdır.

Bu tür toplumların kanıksanmış ama çözülmemiş sorunları; eğitim sorunu, sağlık sorunu, düşünce sorunu, düşündüğünü dile getirme sorunu, düşündüğünü dile getirmekten korkma sorunu, ekonomi sorunu, para sorunu, dolar sorunu, “dış güçler” sorunu, “dış olmayan güçler sorunu” gibi uzun bir listede alt alta yazılmak ve senenin 365 günü plana ve programa uygun konuşulmak üzere gündemde yerlerini alırlar.

Çok ilginçtir ki toplum, bu uzun listedeki sorunların çözümlerine değil de, varlıklarına müteşekkirdir.

Sorunun çözümü konusunda akli selim bir öneri gelmesi halinde, öneriyi getiren kişinin ya kellesi ya da özgürlüğü ile bir sorunu olması gerekir ki, bu sonuç da toplumsal yaşamanın ve birlikte yaşama isteğinin küçük bir bedelidir.

Örneğin, eğitim sorununu çözmek için 30 yıl boyunca hükmetmiş ortalama 15 ayrı bakanın, her birinin ayrı ayrı eğitim sisteminin kökten değişmesi gerektiği konusunda görüş sunmaları ve sonrasında eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapmaları, yaptıkları değişikliğin daha önce denenmiş bir yöntem olmasına rağmen yeniden yapılması, sorunun varlığının yarattığı mutluluktan olsa dedirtir insana.

Sorunun çözülmemesi toplumun devamlılığının belki de en büyük nedenidir.

Konuya itiraz eden bir öğrencinin, kendisinin kobay olmadığını söyleyen bir öğrencinin, eğitim sistemine ilişkin aklı başında bir çözüm önerisi ise toplumsal bir başkaldırı olarak değerlendirilmekte ve beka tehlikesi ile karşı karşıya kalan toplum, hukuk yöntemlerini çalıştırarak, toplumsal tehlikenin hapsi ile tehlikeyi bertaraf etmektedir.

Hukuk derken, hukuk da bu toplumlar için bir sorundur, çözülmemesi gereken kanıksanmış bir sorundur ve öyle kalmalıdır.

Adalet, hak, insan, çevre gibi kavramlar hukukun konusu değildir, olmamalıdır. Bu tür kavramlar anayasalarda süslü sözcükler olarak bulunabilirler ama gerçek hayatın içine sirayet etme şansları olamaz, eğer bu vaki olursa önyargı, genel kanı, toplumsal genel eğilim gibi hukukun asli kaynaklarının yerine geçerek eşitlik, hak, hukukun temel ilkeleri, insanlığın kazanılmış değerleri gibi soyut, günlük hayatın bir parçası olmayacak başkaca bir hukuk yaratabilirler.

Hukuk sorunu, çözülmemesi gereken en temel sorundur, çünkü çözüldüğü an itibari ile diğer sorunların çözümleri için yöntemler üretebilir, ürettiği yöntemler ise yüzyıllardır aynı yöntemlerle sürdürülmüş toplumsal yapının bir anda değişmesine yol açabilir; eğer tüm sorunlar çözülürse, kanıksanmış sorunlar kalmazsa, alışıldık hayat biçiminin zarar görme endişesi oluşabilir.

Misalen, aslında iyi ilişkiler içinde bulunulan, ticaret yapılan bir ülkenin bayrağına benzer bir bezi balkonunun ipine asan bir vatandaş veya yabancının, toplumda kökeni bilinmez infial nedeni ve yine gerekçesi bu infiale dayandırılarak gözaltına alınmasına hukuksal olarak bakmak gereksizdir, hatadır, anlamsızdır ve bir beka sorunudur.

Mesela, sosyal medyadan eleştiri yapan birisinin tutuklanmasına ilişkin hukuksal değerlendirme yapmak ve özgürlüğü kısıtlama konusundaki 1000 yıllık insanlık tarihi birikiminin tartışmak ise bu tartışmayı yapan hadsiz hukukçu için ayrıca bir tutuklama nedenidir.

Bu durum, bazı toplumlar içindir, haşa huzurda bizden uzak olsun ve sevgili okuyucu müsterih olsun ki, sorun kelimesinin bizim ile uzaktan yakından alakası yoktur.

Ne kadar şanslıyız ki, başka toplumların bu tür paradoksal sorunlarını uzaktan görerek, gözümüzün ucu ile bakıp, fazla da derinleşmeden -maazallah derinleşirsek sorunların bizim yaşamımızda vuku bulması riskini arttırabiliriz- irdeleyip halimize şükretmenin yeni gerekçelerini oluşturmayı da ihmal etmemeliyiz.

Uzadığımızdaki bu toplumlara şöyle hafifçe üstten yaptığımız bu kısa dokümanter bakış sonrasında yaklaşımımızı, çok yakınlardan gelen bir pişmanlık dilekçesi ile sonlandırmak konunun daha iyi anlaşılması için olumlu olacaktır:

“Ve bundan böyle insanın insanı sömürmesinin doğru olmadığı gibi sapık fikirleri asla müdafaa etmeyeceğim…”[1]

 

[1] Nah Kalkınırız adlı kitaptan Bir Pişmaniye İstidası adlı bölüm, Aziz Nesin, s64, Adam Yayınları.