Kapitalist ülkelerin eşit olmayan gelişimi nedeniyle, dünyanın yeniden paylaşımının ikide birde gündeme geldiği emperyalizm aşamasında, savaş insanları, kentleri, uygarlıkları hunharca yok eden toplu kırıma dönüşüyor. Bu durumda barış, ancak üretim araçlarının özel mülkiyetine ve sınıf uzlaşmazlıklarına yer vermeyen bir toplumda kalıcı olarak sağlanabiliyor. Bu çatışmacı süreç yıllardır tüm hızıyla sürüyor. 

Barış ve Savaş sözcüklerini biraz irdelersek, bazı konularda net olamadığımız bakış açılarımızın da değişebildiğini görebiliyoruz. Barış, öncelikle insanın kendiyle barışıdır. Sonra da birlikte yaşadıkları türdeşleriyle barışını dile getirir ve nihayet insanlar, yaşadıkları ortam olan doğayı gözeterek doğayla ilişkilerinde barışı sağlıyabilir. Barışı, yaşamın her alanında bir baskısızlık durumu ve karşılıklı uyum olarak da tanımlayabiliriz.

Şöyle bir düşünürsek, Alman Nazi ordularının Polonya'ya girdiği yani 2. Dünya savaşının başladığı gün olan 1 Eylül "Dünya Barış Günü" olarak kabul edildi. Yani savaşa başlanan gün öte yandan Barış söylemlerini de peşi sıra getiriyor ve "Barış Günü" ilan ediliyor. Savaş ölüm, yıkım, yokoluşu anlatırken, Barış ise çatışmasızlık, uzlaşma kültürü, karşılıklı tanınma ya da farklılıkları karşılıklı olarak tanıyan bir uyumla anlatılabilir. Savaş konusuna dönecek olursak, savaşların çıkma nedenlerine bakmak gerekir. Savaş, genellikle dini, millî, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için yapılır. Kullanılan silahlara, amaçlara, taraflara ve gerçekleştiği yerlere göre farklı şekillerde adlandırılır: nükleer savaş, soğuk savaş, iç savaş, dini savaş (cihad, haçlı seferi), dünya savaşı, gerilla savaşı gibi. Bu bilgilerden sonra geçmişe bir bakmak lazım.

50 milyondan fazla ölü, 10 milyonlarca yaralı ve sakat, yıkım, acı ve gözyaşı bırakan İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada yaşanan çatışmalar ve ortaya çıkan çeşitlilik disiplinin yani Barışın önemini artırmıştır. Barış çalışmalarının incelediği çatışma ve çatışma çözümü ile savaş ve barış konuları insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Tekerleği bulan akıl, nükleer savaş sözleriyle daralan insanlığın önünde tek ve hayati olan çıkış yolunun "Barış"tan başka bir şey olmadığını artık net bir şekilde ortaya koyması gerekiyor. Yani bugün bütün insanlık kültürü, akıl-barış ilişkisini devreye sokmalıdır. İnsan hakları ve barışın mutlak bir değer olarak görülmesi anlayışını, gelecek nesillerin beynine yerleştirmek artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu durum eğitimin teorik yapısının teşekkülünde başvurulacak değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Günümüzde yaşanan gelişmeler, özellikle güvenlik kaygılarından ortaya çıkan çatışmalar, etnik çözülmeler, din ve mezhep farklılıklarının sebep olduğu iç savaşlar barış çalışmaları disiplinine olan ihtiyaca vurgu yapmaktadır.  

Uluslararası ilişkiler disiplini ile yakın bağları olan barış çalışmaları disiplini üzerine oluşturulmuş bir teoriden bahsetmek mümkün değildir. 

HALKIN İHTİYAÇ DUYDUĞU ŞEY BARIŞTIR

1980’lerde ortaya atılan demokratik barış teorisi, demokratik olmayan ülkelerin savaş eğilimlerinin fazla olacağı düşüncesiyle, negatif barışı sağlayabilmenin demokratik olmayan ülkelere “demokrasi”  ihraç etme söylemini de arttırmıştır. Bu söylemin arkasından gelen müdahalelerin, “koruma sorumluluğu” ve “insani müdahale” gibi başlıklarla sık sık gündeme gelmesi sadece barışı tesis etme, koruma ya da barış yapmayı hedeflenip hedeflenmediği konusunu düşündürmektedir. Bunun temelinde ise müdahale edilen ülkelerde tesis edilemeyen istikrar, bunun sonucunda ortaya çıkan çatışmalar, iç savaşlar ve derinleşen bölgesel etkiler gösterilebilir. Rusya'nın kendini koruma refleksini harekete geçiren ABD kışkırtmacılığı sonucu, bugün yaşanan Rusya- Ukrayna çatmaşında olduğu gibi. Halkların ihtiyaç duyduğu şey, savaş değil barıştır. Barışı, insan haklarını ve özgürlükleri  tesis etmeye yoğunlaşmamız gerekiyor. Bu da demokrasi paketleriyle… ve "Savaşa hayır! Yaşasın barış! Yaşasın halkların kardeşliği!" sloganlarının sıcak ve samimi söylemlerindeki gibi. Bugün barışın temeli; yaşamak için emeğini satmak zorunda olan, yani emeğiyle geçinen kitlelerin adalet taleplerini, şiddetle ve terörle kadın haklarına saldıran, özgürlükler ve ekolojik bir yaşam için mücadelelere hak veren ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir bakış açısına karşı mücadeledir.

Sonuç olarak geride ölüm, kızgınlık, kin, acı, vahşet, yıkım, yoksulluk kalmış ve insan kanıyla sulanmış bu dünya toprakları üzerinde barış istemek suç değildir, şarttır diyorum. Geçtiğimiz hafta ölümünün 7'nci yılında andığımız usta yazarlarımızdan Yaşar Kemal'in, "Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır." sözleriyle emperyalist savaşlara karşı 'İnadına Barış' demeliyiz.