Yasaklar kalkınca AVM’ye koşanları yadırgayanlar çok oldu. Yeterli koruma önlemi almadan gelenler, gerekli sosyal mesafeyi bırakmadan birilerinin yanında vitrinlere yapışanlar, kuyruktakilere omuz atıp önüne geçip satıcıya soru sorup lafa tutanlar… Bunlar bizim insanımız. Eleştirilerin bir kısmı tabii ki yerinde. Öte yandan AVM kültürünü içselleştirmiş halkımızın da AVM’yi ziyaret davranışına kızmamak gerek.

Koronavirüsten korunmak istiyorsak yaşımız ne olursa olsun, olabildiğince izole olmalı ve insanlarla aramıza mesafe koymalı ve geniş de olsa kapalı mekanlardaki ortak havayı solumamalıyız.

Yurtdışında canı sıkılan ‘haydi bari AVM’ye gideyim’ demiyor. Parklar, bahçeler, müzeler, sanat galerileri, eski kafeler filan çok değişik alanlara yöneliyor. Türkiye’nin AVM gerçeği şu ki; etrafta park, bahçe, yeşil alan yok. Mecburen havalandırması, ısıtma- soğutması olan büyük alanlar gidiyor. Çocuklar ortada koşup eğleniyorlar. Birisi kaybolunca da güvenlik hemen anons yapıyor. Bir anlamda güvenli bir ortam. Kayıttaki kameralar namuslu vatandaşa moral veriyor.

AVM olayında taraflardan birsi oraları gezen milyonlarca insan. Diğeri mağaza kiracıları, üçüncüsü de yatırımın sahipleri.  Tersinden gelirsek, yatırımcı AVM için harcadığı paranın karşılığını alabilmek için mağazaları kiralayacak insanlara muhtaç. Mağaza sahipleri de vitrinden içeri bakan, içeride ürünleri inceleyen tüketicinin malını almasına. Bu üçlünün hepsinin güçlü olası şart. Kiracı olmazsa AVM’ci yatırım için kullandığı kredinin geri ödemesinde sıkıntı yaşar, mal satılamazsa mağaza sahibi kirayı karşılayamaz.

İşleyen bir ekonomide AVM içindeki değişikliği vatandaş gezerken göz ucuyla takip eder. Hangi dükkan kapandı, yerine ne açıldı. Hemen yorum da yaparlar yeri iyi değildi, burada o mağaza çalışmaz filan diye. İnsanımız dikkatlidir, her şeyi takip eder yorumunu yapar.

Koruma önlemlerim nedeniyle kalabalık mekanlarda bulunmuyorum, ender olarak Urla semt pazarı hariç. Zira o bölgede zirai tarım malzemeleri satan dükkanlar var. Kaymakamlık, haftada bir gün kapalı pazar yerinde kurulan Cuma pazarının yerini değiştirdi. Urla’nın merkezinden inen ve İZSU’nun beton kanal ve korkuluklarla güvenli hale getirdiği dere boyu denilen uzun ve geniş bir alanda, haftada üç gün pazar kurulmasına izin verdi. Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri kurulan pazarın girişinde el dezenfeksiyonu için bir stant da var. Zabıta sosyal mesafeyi sağlamak için anons yapıyor. Anonslara uyan da var, kaytaran da. İnsan malzememiz böyle.

Pazar haftada üç gün kurulunca bazı yerleşik pazarcı esnafı hepsine gelmiyor, zira bir kısmı tüm semtlerde Pazar pazar gezen esnaf. Onların boşluğunu da yerel çiftçiler dolduruyor. Tarlasında ürettiği domates, biber, pırasa, patlıcanı satmaya çalışıyor. Ancak havuç, muz görürseniz bilin ki bir yerden, örneğin halden almış pazarda satıyor. Bu ürünler yerli üretim değil zira.

Tarımla uğraştığım için tanıdık köylülerle konuşuyorum. Her şeyin bu virüs döneminde aşırı pahalılaştığını, evdeki gideler için paraya ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar. Tabii ki öyle. Herkesin paraya ihtiyacı var. Berberinden, manavına, tarla işçisinden fabrika işçisine kadar ne kadar çalışan varsa eski iş ortamını istiyor.

Gel gör ki, yeni normal dedikleri bu günler normal değil…

Eski günlerini arayanlar arasında o günlerin kolay gelmeyeceğinin bilincinde olanlar var. Bir kısmı kaygı içinde. Konu sadece kendisinin ürettiği domates, biber, patlıcan ve iki somun ekmekle bitmiyor ki. Evde okuyan çocuk varsa başlı başına bir yatırım… Geçeğe yatırım. İnsanımız çocukları için ne ezalara, cefalara katlanıyor bilirsiniz.

AVM’den tarla üreticisine kadar geldik. Sanayiciye ve işçilere değinmedik henüz.

Sözün özü, çalışan üretici ama aynı zamanda bir tüketici. Geçinemeyen, çocuğunu okutamayan tüketici AVM’de ne yapsın. Serinlemek için AVM’ye gidenler de bir süre sonra açık mağaza bulamayacaklar. İşte yazın sıcağında bizi bekleyen ortam maalesef böyle.