Ne zaman Nilüfer’in “Yolcu yolunda gerek” şarkısını dinlesem, nedense içimde yolculuğa çıkmak veya bir yolculuk kitabı okuma isteği uyanır. Oysa şarkı ayrılık, kırgınlık, umutsuzluk ve umut dizelerini barındırır.

Anı ve gezi kitaplarını okumayı çok seviyorum. Yıllar içinde beni şaşırtan ve çok okunan iki kitap vardı; Mina Urgan’ın ‘Bir Dinozorun Anıları ve Bir Dinozorun Gezileri’. Yazar bir röportajında kitaplarının bu kadar satılmasına şaşırdığını söylemişti.

Gezi kitabı demek; gidilen, görülen bir yerin sanki biraz içini boşaltıyor. Ben yolculuk veya seyahatname demeyi daha doğru buluyorum. Özellikle yazarların yaptıkları yolculuklar. Edebi kimlikleriyle yazdıkları, tasvirleri, olayları ele alışı, bölgeyi ve kişileri anlatışı, o kadar büyüleyici oluyor ki, ortaya çıkan metni basıp buna gezi kitabı demek haksızlık olmaz mı?

İki İskandinav yazarın İstanbul’a gelip gezmesi benim için çok önemlidir. Kim mi bu yazarlar? Biri Nobel Edebiyat Ödülü sahibi “Açlık” romanı yazarı Knut Hamsun. 20’nci yüzyılın bu önemli yazarı 1899 yılında İstanbul’a yaptığı gezinin anılarını 1905 yılında “Mücadeleli Hayat” olarak basılan kitabının içinde “Hilalin Altında” bölümüyle yer veriyor.

Diğer yazarımız Danimarkalı şair, masal, roman ve oyun yazarı Hans Christian Andersen. Hepimiz onu daha çok masallarıyla tanıyoruz. “Geziye çıkmak, yaşamaktır. İşte o zaman yaşam canlanır, zenginleşir…” diyor. 1840 yılında önce İtalya ardından Doğu şiirinin kaynağını incelemek için Constantinopel ve Doğu’nun diğer başkentlerine gider. 21 Mart 1841 yılında Pire’den kalkan buharlı gemi ile Ege Denizi’ni geçerek İzmir’e varan Hans Christian Andersen, 1842 yılında yayınlanan “Bir şairin Çarşısı” adlı kitabın ikinci cildinde “Doğu” adını taşıyan bölümünde gezdiği gördüğü yerleri bir yazar ustalığıyla kaleme almıştır.

Bu iki İskandinav yazar farklı yıllarda gezmiş olsalar da Yapı Kredi yayınları tek kitapta buluşturmayı başarmış. “İstanbul’da İki İskandinav Seyyah” ismiyle yayınlamıştır. İstanbul sokaklarında birer yabancı yazar olarak dolaştıklarında, bizim görmediğimiz, atladığımız neleri yakalamışlardı. “Doğu’da ve Hilalin Altında” gezen iki dünya yazarının, İstanbul anıları…

Yıllar önce (tahmini olarak on yıl olmuştur) iyi Fransızca bilen bir arkadaşım “Madam Bovary” kitabının yazarı Gustave Flaubert’in yolculuk yaptığını ve gittiği yerleri anlattığı bir seyahatname kitabının olduğunu söyledi. Hatta yolculuğun bir bölümünde İzmir ve İstanbul’a da geldiğini anlattı. Çok şaşırmış ve merak etmiştim. Beni şaşırtan dünyaca ünlü bu yazarın birçok eseri Türkçeye çevrilmişken, içerisinde ülkemizden şehirlerin de olduğu bir seyahatname kitabının neden tercüme edilmediği. Arkadaşımla beraber kitabı o dönem bir yayınevine önerdik. Fakat süreç içinde kitap unutuldu ve geri dönüş olmadı.

2016 yılında Gustave Flaubert’in Sel yayınlarından bir kitabı çıktı. “Doğu’ya Yolculuk” hemen alıp içine baktım. Yıllar önce önerdiğimiz kitap basılmıştı. Yolculuğa 1849-1851 yılları arasında, yirmi sekiz yaşındayken dostu Maxime Du Camp’la birlikte çıkar. Flaubert Doğu yolculuğunun etkilerini ömür boyu taşır. At sırtında, tehlikelerle dolu ıssız dağlarda ve ovalarda, dört buçuk ayda Nil Nehri’ni geçerler. Seyahat, Fransa’dan başlayıp Mısır’a, Suriye ve Filistin’den Anadolu’ya, İzmir ve İstanbul’dan Yunanistan’a ve nihayetinde de İtalya’ya dek uzanır.

Kitabı okurken, Flaubert’in şaşırtıcı gözlem gücünün ve derin kültürünün izlerini taşıyan bu kapsamlı seyahatnameye bayılacaksınız. Gökyüzünün, dağların, ormanların, kısacası doğanın rengârenk ve ayrıntılı tabloları Flaubert’in kaleminde şölene dönüşüyor. Ayrıca incelikli tasvirleri, insan ruhunun derinliklerine dalan keskin zekâsı ve melankolik anlatımıyla her satırda kendini hissettiriyor.

Her zaman bir şarkı beni buralara getiriyor. Ne düşünürken ne yazıyorum. Oysa aklımda ayrılık üzerine bir yazı kaleme alma fikri vardı. Gidenin/kalanın arkasından bir saygı duruşuydu yazmak istediğim. Neyse, her ayrılık başka bir yolculuğa çıkmak değil midir?

Sevmek eskidenmiş güzelim. Sanki yıllar öncesinde kalan. Aşkımız bir masalmış bir tanem, düş yerine gerçekmiş yaşanan. Yarınlar bizim için geç artık, çok geç artık sana dönmek. Hani giderken bana demiştin ya sen,

yolcu yolunda gerek…