Merhaba Dinçer Abi,

On yıl mı olmuş! Nasıl akıp gitti bunca zaman! Ama boş da durmadık be Dinçer Abi... Vaktidir, meraktasındır diye oturdum mektubun başına; evet, eski zamanlardaki gibi kâğıt kalem hazır! Kendim yazdım, kendim güldüm şu “eski zamanlar” lafıma! Artık bilgisayarda yazılıyor her şey. Öyleyse niye kâğıt-kalem? Seni alıp zamanda kısa bir yolculuğa çıkaracağım, Altınoluk dolaylarına uzanacağız da ondan.

Birlikte gitmiştik Altıoluk’a. “Ankaralı” yıllarımdan dostum, yoldaşım İsmail Aynur belediye başkanıydı. Edebiyat sanat şenlikleriyle birkaç adım öne çıkıyordu Altınoluk. Sonra Tahtakuşlar Etnografya Müzesi’ydi, İda’ydı Altınoluk... Anısı güzel dostlarım Alibey Kudar, Hıfzı Aksoy, Ahmet Uysal’dı. Sonra Bülent Güldal’dı.

Hayatımıza yeni yeni sokulan “küreselleşme” olgusunun odağına oturduğu etkinliğin ilk gününün haberini yazmaya durmuştum kıyıya yakın bir kafeteryada... Sen de ağırdan kahveni yudumlarken yağmur çiselemeye başladı. Faksta okunsun diye özene bezene yazmaya uğraştığım kâğıdıma da düşmüştü ki birkaç damla... sesleniverdin:

- Bekir, şimdinin karikatürünü çizmeye otursan ne çizerdin?

Damlalardan korumaya çabaladığım haber kâğıdımın başında bir yanıt bulamamıştım da sen vermiştin beklediğin yanıtı:

- Denize şemsiyeyle giren birini çizerdim!

Sohbet merakından olmalıydı, arkanda bırakmıştın denizi. “Dinçer Abi, denize dön yüzünü!” dememle yüzüne üşüşen sorular da duruyor aklımda.

Gençten biri, kocaman güneşliği kucaklamış, o çisentinin altında denize doğru yürüyordu.

Manzarayı görünce koyduğun noktayı da unutmadım, dahası kaç yerde yaren kıldım sunumlarıma:

- Sanatçı, beş dakika bile olsa önceden söyleyendir.

Kızım Emek, kahvemi getirdi, senin için de yudumlarken düştüm yola işte, ver elini Kuşadası. Yıl mı? Ne önemi var! Benim için hâlâ bugün gibi.

Etkinliği bitirmişiz. Yemek de öyle. Alıp getirmişler geceleyeceğimiz yere. Araçlardan indik. Senin sesin:

- Saat kaç Bekir!

Soru değil aslında bu. Meramın başka.

- On buçuğa doğru salınıyor Dinçer Abi.

- Yatacak mısınız evladım bu saatte?

Çoğalan soru işaretlerimizi senin çağrın kaldırdı ortadan:

- Oturalım şurada, bir şeyler içer söyleşiriz.

Demene/ sandalyelere ilişmemize kalmadı, biri seslendi sanki başka bir diyardan gibi:

- Dinçer Abi, bir fıkra anlatsana!

Yanıtın, sandım ki cebindeydi:

- Ne o lan, terzi olsaydım pantolon mu diktirecektin!

Çok sürmedi sözü Özer Öztep’e, onunla çoğalan inceliklere düşürmen.

***

Mektubun çantamda, sokağa çıktım Dinçer Abi. Senin Karşıyaka’na uğradım. Latife Hanım Köşkü’nde gençlerle oturduk. Sonra bir bira söyledim, senin için. Daldım Dilge Güney’in “Mavi Yıldız”ına. Tanısan severdin Dilge’yi. Nevzat ablanın da emeği çok Dilge’de... Distopik bir roman “Mavi Yıldız”! Teknolojinin alabildiğine geliştiği bir çağda geçiyor ama günümüzün rezil hırsları, sınıf çatışmaları, karanlık ilişkileri sürüyor.

İzmir’in gözbebeği Karşıyaka Çarşı’dan iskeleye, yarısı kırık dökük, kimisi yerinden huzursuz döşeme taşlarına takılmadan yürüdüm. Aklımda, “Bir dize de benden yaz dünyana, uygun bulursan!” diye yazıp imzaladığın kitabın.

“Pan Kitabevi” yerli yerinde. Hemen karşısına açılan “Kırmızı Kedi”ye uğradım. Sergiliklere göz attım. Yıldırım Türker’in -oldum olası çok severim- “Bahçe”sini aldım. Bir de Suat Derviş’in “Beni mi?” adlı yapıtını.

İş Bankası Kültür Yayınlarına, Serap’a (Telöz) uğradım, önceki gün görmüştüm, hastaydı Serap; toparlamış. Seni konuştuk.

İzban’la gelmiştim, vapurla dönmek geldi içimden... “Bahçe”den birkaç deneme okudum. Bir yandan da aklım Zeynep’in (Uzunbay) yeni çıkan öykü kitabı “Çoğunluk Dersleri”nde. Bu gece okur bitirim onu.

Biliyor musun, Zeynep artık şiir yazmıyor ama enfes öyküler çıkıyor o şiirkalemden. “Konuşan Kalem” de harikaydı.

Konak’ta indim vapurdan, bindim Bostanlı vapuruna... doğru senin parkına. Yaslandım büstüne... Buraya sığdıramayacaklarımı anlattım sana.

Dönüş yolunda yazıldı, bitti mektubun.

Evde şevketibostan var bu akşam, kuzu etli; ziyan olmasın hevesiyle parlatırım artıkm kadehi!

Açtım bilgisayarı...

On yıl ne zaman geçti be Dinçer Abi!

Sardunyalar suyu, “anayasası aşk olan”dan istiyor.

........................

Dinçer Sezgin (şair, yazar, yapımcı/ 16 Haziran 1937-19 Ocak 2010)

Özer Öztep (gazeteci, radyo programcısı/ 1930-2004)