Yalnız kadınları değil hepimizin yaşamını etkileyecek İstanbul Sözleşmesi’ni inkâr ettirdiler! Sözleşme sadece kadınları ilgilendirmiyor. Bu metni üreten siyasal anlayışla toplum tümden başka bir düzene evirilecekti: Lâik, demokratik, insancı ve özgürlükçü anlayışla donanmış bir toplum. İnsan, artık sadece insan olarak değerli olacaktı.

İnkâr ettirdiler! Geleneksel aile yapısı zarar görür iddiaları arkasına saklanmış, şeriatçı siyasetçiler istediklerini elde ettiler.

Oysa muktedirler ne büyük kampanyalarla, sevinç ve gurur çığlıklarıyla duyurmuşlardı bu metnin ilk imzacısı olduklarını. Üstelik sözleşmeye de ‘İstanbul’ adı verilmişti.

Gelin görün ki her alanda uyguladıkları politikaları iflâs ediyordu. Halkların tepkileri nedeniyle de yönetemez hâldeydiler. Çelişkili kararlar, yaşama zorla geçirilmeye çalışılan uygulamalar! TBMM’deki üçüncü büyük partiyi kapatma çabaları, muhalif partilerin milletvekillerinin dokunulmazlıklarının Anayasa’ya aykırı olarak kaldırılmaları.

İktidarlarını devam ettirmeleri söz konusu değildi artık. AKP ve MHP’nin oyları, baskıları, hukuk tanımazlığı, algı operasyonları işe yaramıyordu. İdeolojik bir duruşları, politik ilke ve ahlâk anlayışları da yoktu. Olsaydı bu günlere gelinmezdi zaten.

Siyasal olarak örgütlenmiş tarikatların ayağına gittiler. İhanet ettikleri babanın oğlunun desteğini istediler. Alışkındılar ‘ne istenirse vermeye’ Verdiler! İstanbul Sözleşmesi’nin tüm partilerin oylarıyla TBMM’de kabûl edilmiş olmasını hiçe saydılar. TBMM’nin yasalaştırarak kabûl ettiği Sözleşmeyi, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile inkâr ettiler.

İstanbul Sözleşmesi ile olumlu toplumsal gelişmeler sağlanacaktı. Engellenen sadece Sözleşme kapsamındaki konular değildir. Engelci siyasal anlayış, şeriatçı bir düzen istiyor. Geçmişlerinden biliyoruz bunları. Ayasofya Camisi Başimamı hemen ekonomik açıklamalarda bulundu. Şeriata hazır olmamız isteniyor artık. Daha baskıcı daha zorba daha insanlık dışı toplumsal ve siyasal uygulamaları için bundan başka çareleri yok.

AKP ve MHP’nin iktidar ortaklıklarının sürmesi ancak dışlarında kalmış şeriatçı partileri aralarına almakla mümkün göründü kendilerine. “Ne istedilerse verdiler.”

Mümkün mü böyle bir düzen kurabilmeleri? Egemenliklerini sürdürebilirler mi ürettikleri bu toplumsal düzenle?

Türkiye toplumu, ekolojik yağma ve talana karşı her yerde direniştedir. Uygulanmayan mahkeme kararlarına, çiğnenen hukuka rağmen tepkiler dinmiyor. Altın madenciliği, suların ticarileştirilmesine, tarım topraklarının yok edilmesine, her türlü enerji santrali yapımına, ormanların yakılmasına, koyların işgal edilmesine karşı öfkeler artıyor. Nükleer enerji santrallerinin nasıl bir sorunlar yumağı olduğu açık seçik ortada hem ekonomik olarak hem de teknik olarak...

Kadın cinayetlerine caniler ve kadınları malları olarak görenler dışında çok bilinçli ve kararlı direnişler var.

Ekonomist olmayanlar bile nasıl bir ekonomik yıkıma uğratıldığımızı yaşıyor her yerde. Yandaş sermaye sınıfını oluşturabilmek için nasıl bir hazine yağması gerçekleştirildiğini herkes açık seçik görüyor. İnmediği havaalanlarına, geçmediği otoyollara verilen garantileri biliyor toplum.

Emeğin nasıl köleleştirildiğini sadece işçi sınıfı değil hepimiz yaşayarak görüyoruz. Türkiye dışından getirilen emekçiler Türkiyeli emekçilere karşı kullanılıyorlar.

Bunlar gibi nedenlerle İstanbul Sözleşmesi inkârı ile başlayacakları yeni düzen heveslerini kursaklarında bırakmalıyız. Omuz omuza lâik, demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, cinsiyet ayrımcılığı olmayan, emekten yana toplumsal mücadelemizi hukuk içinde siyasal örgütlenmelerle vermek zorundayız. Tüm bunları etnik ve inanç farklılıklarına saygımızla da süsledik mi, ‘yandı gülüm keten helvaları’