NİL KAHRAMANOĞLU/İZ GAZETE -  Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası (Tarım ORKAM-SEN) İzmir Şube Başkanı Çağdaş Topal, artan orman yangınları ve sel felaketleri nedeniyle ekosistemde geri dönülmez hasarlar meydana geldiğini belirtti. Yaşanan felaketlerin önlenebilmesi için ranta dayalı ekonomi politikalarından vazgeçilmesi gerektiğini vurgulayan Topal, “Doğa koruma kanunlarımız rant uğruna onlarca kez değişikliğe uğradı, temel orman kanunumuz bile doğa korumayı esas almayıp adeta ranta dayalı üretim için teşvik yasasına evrildi” diye konuştu.

‘KAYIP LÜKSÜMÜZ YOK’

Son dönemde yaşanan yangın ve sel felaketlerinin ileriye dönük büyük çevresel ekonomik ve sosyal sorunları da beraberinde getireceğini söyleyen Topal, “Bununla beraber global iklim krizinin etkileriyle birlikte bizim gibi süreci kader algısıyla yürütmeye çalışan, sorunların gerçekçiliğine uzak politika üreten ülkelerde yeni felaketler kendini gösterecek. Aslında bu gibi felaketlerin yarattığı problemler bir sonraki doğal felaketin tetikleyicisi olduğu için aynı zamanda felaketlerin de nedeni oluyor. Zaten hassas dengeler üzerine kurulmuş olan ekosistem üzerinde yeni kayıplar verme lüksümüz kalmadı. Bugün inşaata dayalı ekonomik büyüme politikalarımız sonucunda ortaya çıkan çarpık kentleşme sonucu, Bozkurt’ta onlarca insan yaşamını kaybetti, binlerce insan evsiz kaldı. Keza Muğla ve Antalya’da yanan ormanların oluşturduğu ekosistemin geri gelmesi onlarca yıl sürecek. Belki de önceki dönemlerde olduğu gibi rant uğruna turizme veya imara açılarak “ekonomik değer kazandırdık, istihdam yarattık” güzellemeleriyle geri dönüşümsüz yok edilecek ve çevresel sorunlarımıza büyük bir yük daha binmiş olacak” açıklamasında bulundu.

‘DENGE YOK OLDU’

Yaşanan afetlerin önlenebilmesi için öncelikle doğa koruma politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Topal şunları söyledi:

“Yaşadığımız doğal felaketleri tarım sektörü açısından değerlendirmek gerekirse zaten bilindiği gibi son yıllarda yaşanan küresel ısınma ve kuraklık sonucunda çiftçimiz büyük sorunlar yaşıyor, yaşanan doğal afetler sonucunda da uzun vadede geri dönüşümü çok zor olacak yeni sorunlar bizi bekliyor olacak. Özellikle Muğla’yı örnek vermek gerekirse; bölge çam balı yetiştiriciliğinde ülkemizde birinci sırada bulunmaktaydı. Şu anki koşulda bölgeden tekrar çam balı elde edilebilmesi için en az 40-50 yıla ihtiyaç duyulacaktır. Neden derseniz? Aslında çam balı üretimi doğadaki ekosistemsel dengeye çok güzel bir örnek olmakta. Arı, çam balının sakızlarıyla beslenen Basra böceğinin atıklarını tüketerek çam balını üretiyor. Burada ormanlarımızdaki milyonlarca yaşamsal döngünün nasıl kollektif bir denge içinde olduğunun küçük bir örneğini görmekteyiz fakat binlerce yıllık bu yaşamsal döngü şu an tamamen yok olmuş durumda. Bu ekosistemi esas alan zeytin yetiştiriciliği, mera hayvancılığı gibi tarımsal faaliyetler de geri dönüşü çok güç olan büyük bir yıkıma uğramış durumda. Mevcut durumda hepimizin kendine sorduğu en önemli soruya cevap aramak gerekiyor. Bu ve yakın dönemde yaşadığımız doğal afetler önlenebilir miydi? Bu soruya cevap bulabilmek ilk önce ülke olarak doğa koruma politikalarımıza kısaca bir göz atmamız gerekiyor. Örneğin ülkemizde doğa koruma politikasının temelini oluşturan 6831 sayılı Orman Kanunu, çıkarıldığı 1956 yılından bugüne kadar toplam 29 kez değiştirildi ve bu değişikliklerin 15’i AKP döneminde gerçekleştirildi. Bunların bir kaçını örnek vermek gerekirse; 06 Ocak 2021 tarihinde Resmi gazetede yayınlanan” Orman Sınırları Dışına Çıkarma İşlemlerine İlişkin Yönetmelik” ile ormanlarda sınır belirleme yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiş olup ihtiyaç duyulması halinde sanayi alanlarına tahsis edilebilir hale getirilmiştir. Keza Kasım ayında Meclis’te görüşülen “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile ruhsatsız olarak orman ve koruma alanlarında maden ve benzeri faaliyetlerin yürütülmesinin önü açılmıştır. Ve son olarak daha yangınlar devam ederken çıkartılan turizmi teşvik kanununda değişiklik ile birlikte orman arazileri kamu yararına turizm yatırımcılarına açılabilir hale getirilmiştir. Burada görüyoruz ki doğa koruma kanunlarımız rant uğruna onlarca kez değişikliğe uğramış, temel orman kanunumuz bile doğa korumayı esas almayıp adeta ranta dayalı üretim için teşvik yasasına evrilmiştir. Bugünkü sel afetlerini tetikleyen HES'leri neden istemediğimizi, doğaya yapılan her türlü müdahalenin, barajın, yolun, köprünün ekosistem için dönüşü olmayan felaketler getireceğini neden bağıra bağıra haykırdığımıza tekrar tekrar kafa yorulması gerekiyor.”

KOLEKTİF MÜCADELE!

Gelecek için kolektif bir mücadele yürütülmesi gerektiğini söyleyen Topal, “Dünyamızın içinde bulunduğu iklim krizi ve küresel ısınma, doğal kıyımlarla birlikte yeni doğal afetlerin kapımızda olduğunu unutmamamız gerekiyor. Felaketlerin politik nedenlerini görmek ve buna karşı bilimsel tabanda bir mücadele ve duruş sergilememiz gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca en azından önümüzdeki süreçler için de ülke olarak önleyici politikalar üretmemiz ve bilimsel tabanda önlemlere yönelmemiz gerekmektedir. Ben her sel felaketi haberinde İzmirlilerin yakından bildiği 1995 yılındaki Örnekköy sel felaketini hatırlarım burada maalesef 61 kişi hayatını kaybetti. Fakat afet sonrası yapılan sel setleri ve barajları sayesinde uzun yıllardır benzer felaketleri hiç yaşamadık. Belki de benzer coğrafyada bulunan yerler için de aynı önlemler alınsaydı bugün Karadeniz’de yaşanan can kayıplarını konuşmuyor olacaktık. Son olarak bu konu hakkında sendikamızın tekrar ettiği söylemlerden birini hatırlatmak istiyorum “Doğa ile savaş halindeyiz kazanırsak kaybedeceğiz” diye konuştu.

TİS TALEPLERİNİ SIRALADI

Son olarak gerçekleştirilen toplu sözleşme (TİS) görüşmelerine değinen Topal, sendika olarak taleplerini de sıraladı. Topal, “Sendikam adına devam eden TİS görüşmeleri için söyleyebileceklerim ise malum iki sendikanın ortaklaşa masaya oturduğu TİS görüşmelerinde hükümetin sunmuş olduğu yüzde 6-7 gibi rakamlar mevcut ekonomik koşullarda ne gerçekçi ne de vicdani değildir. Bizim görmek istediğimiz rakam en az yüzde 40'dır. Ayrıca burada görüşülmesi, vurgulanması gereken sadece rakamsal zam oranları değil kamu emekçilerinin özlük ve sosyal hakları da olmalıdır. Biz Tarım Orkam-Sen ve federasyonumuz KESK'in TİS taleplerini başlıklar halinde sıralamak istiyorum:

Halktan yana kamu hizmeti istiyoruz, haftalık çalışma saatleri 35 saat olsun, hukuksuz keyfi OHAL KHK'ları iptal edilsin, özelleşmelere son verilsin,190 Sayılı İLO Şiddet ve Taciz Sözleşmesi onaylansın, herkese 3600 ek gösterge verilsin, İstanbul Sözleşmesi uygulansın, temel gelir güvencesi sağlansın, doğum öncesi 8 doğum sonrası 24 Hafta ücretli izin verilsin, baskı mobbing ve sürgünlere son verilsin diyoruz ve bütün kamu emekçilerini ortak mücadeleye davet ediyoruz” diye konuştu.

Editör: Haber Merkezi