Gizem TABAN/İZGAZETE- Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Ege Bölge Temsilciliği tarafından yapılan araştırma, Türkiye’deki gelir adaletsizliğine yönelik çarpıcı verileri ortaya koydu. Türkiye’deki işçi, memur ve emeklilerin, özellikle AKP’nin iktidarda olduğu son 20 yılda giderek yoksullaştığını gösteren raporda; gelir dağılımı eşitsizliğinin giderilmesi, işsizliğin azaltılması ve çalışanlar ile emeklilerin yoksulluğunun önüne geçilmesi için çalışanların ve emeklilerin gelirlerini koruyacak önlemler konusundaki önerilerde yer alıyor.

Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, İzmir’deki sanayici ve iş insanlarına çağrıda bulunarak; derin yoksulluğun önlenebilmesi, enflasyon altında ezilen işçilerin, emekçilerin, memurların bir nebze de olsa nefes alması için örgütlü ya da örgütsüz işyerlerinde seyyanen bir zam yapılması gerektiğini belirtti.

‘GELİR EŞİTSİZLİĞİNDE BİRİNCİYİZ’

Türkiye’de var olan gelir eşitsizliğinin 2018’de görülmeye başlanan ekonomik kriz ve 2020 yılında tüm dünyaya yayılan Covid-19 salgınıyla daha da derinleştiğini belirten DİSK Ege Bölge Temsilcisi Sarı, “Gelir eşitsizliği ölçüm yöntemlerinden biri olan Gini katsayısı, bir ülkedeki gelir dağılımı konusunda önemli bir göstergedir. Türkiye’de ise Gini katsayısı gittikçe artıyor. Son bir yılda Türkiye’de Gini katsayısı 0,395’ten 0,410’a yükseldi ve böylece 2010’dan beri en yüksek düzeyini gördü. Böylece Türkiye, gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisi oldu. Gini katsayısının düşmesi hükümetlerin izleyeceği sosyal politikalarla mümkün olur. Nitekim güçlü sosyal politikalar uygulayan Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerinde Gini katsayısı oldukça düşüktür. Gini katsayısı en düşük olan üç ülke 0,228 ile Slovakya, 0,239 ile Slovenya ve 0,240 ile Çekya’dır. Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinin Gini katsayısı ortalaması ise 0,302’dir” açıklamalarında bulundu.

‘SERMAYE YÜKSELDİ, EMEKÇİ GERİLEDİ’

Gelir eşitsizliğini ifade eden bir başka göstergenin ülkedeki gelir grupları arasındaki ilişki olduğunun altını çizen Sarı, Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk grup ile en yoksul yüzle 10’luk grup arasındaki makasın açılmaya devam ettiğini vurguladı. Sarı, “P90/P10 oranı 2010 yılında 14,2 kat iken 2019’da 14,6 kata yükseldi. Covid-19’un kişilerin işlerinde ve gelirlerinde yarattığı tahribat düşünüldüğünde makasın 2020 ve 2021 için çok daha vahim olacağı söylenebilir. Covid-19’un görülmesiyle küçülen ülke ekonomisi, salgının etkilerinin hafiflemesi ve ekonominin açılmasıyla TÜİK’e göre 2021 2. çeyreğinde yüzde 21,7 arttı. Baz etkisiyle çok yüksek görünen büyümeden alınan paylara bakıldığında eşitsizlik daha da çarpıcı hale geliyor. Büyümeden payı emekçiler değil, sermaye alıyor. Gayrisafi Katma Değer içerisindeki işgücü ödemeleri, emekçilerin milli gelirden aldıkları payı, net işletme artığı ise sermayenin milli gelirden aldıkları payı ifade etmektedir. Emekçilerin milli gelirden aldıkları pay 2020 ikinci çeyrekte yüzde 37 iken 2021 ikinci çeyrekte yüzde 32,9’a geriledi. Sermayenin payı ise yüzde 45’ten yüzde 50’ye yükseldi” ifadelerini kullandı.

‘BÜYÜMEDEN PAY ALMALI’

Çalışanların ve emeklilerin milli gelirden, büyümeden pay almaları gerektiğini belirten Sarı, aksi durumda ücret zamlarının işçileri korumaktan uzak olacağını vurguladı. Sarı, “Son 20 yılda çalışanların ve emeklilerin ücret ve aylıklarındaki artışlar kişi başına Gayrisafi Yıllık Hasıla’nın (GSYH) altında kaldı. Emekli aylıkları son 19 yılda ortalama 8,9 kat, ortalama memur maaşı 8,7 kat ve kamu işçisi ortalama ücreti ise 7,3 kat artarak 12,1 kat artan kişi başına milli gelir artışına erişemedi. Aylık, ücret ve maaşların kişi başına milli gelir artışının altında kalması çalışanların ve emeklilerin yoksullaşması anlamına geliyor. Resmi enflasyona bağlı ücret artışları da halihazırda düşük olan ücretleri yeterli ölçüde yükseltemedi. enflasyon verileri ve bu verilere yapılan çeşitli müdahaleler düşünüldüğünde ücret zammının resmi enflasyon düzeyinde yapılması emekçilerin alım gücünü korumaktan uzaktır. Enflasyona endekslenmiş, enflasyona hapsedilmiş ücret zammı yöntemleri emekçileri yoksullaştırıyor. Bu nedenle ücretler belirlenirken enflasyonun yanında büyüme ve verimlilik de esas alınmalıdır” diye konuştu.

‘DESTEKLER YETERSİZ’

Çalışanlar ve dar gelirliler açısından önemli bir harcama kalemi olan eğitim harcamaları için verilen desteklerin de Avrupa ile kıyaslandığında oldukça yetersiz kaldığına dikkat çeken Sarı, şunları söyledi: “Öğrencilerin aileleri için yapılan mali destek, sosyal devlet uygulamalarının önemli bir göstergesidir. Destek düzeylerinde ülkeler arasında farklılıklar görülmekle birlikte Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında en düşük mali destek veren ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye’de öğrencilere yapılan mali destek 100 ile 1.000 avro düzeyinde kalıyor. Yükseköğretimden mezun olup işe giren öğrenciler ise asgari ücret ile geçinmek zorunda kalıyorlar. Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi verilerine göre mühendislik ve mimarlık fakültesi mezunu öğrencilerin yüzde 48 gibi büyük bir bölümü asgari ücret ile işe başlıyor. Sosyal ve idari bilimler fakülteleri mezunlarında ise bu oran yüzde 60’larda seyrediyor.”

‘YOKSULLUK SINIRININ ALTINDA’

Türkiye’nin asgari ücretliler toplumu haline geldiğini ifade eden Sarı, “2021 yılı için net 2.825 TL olarak belirlenen asgari ücretin alım gücü enflasyon karşısında geriliyor. Asgari ücretli resmi enflasyon hesaba katıldığında Ağustos 2021 döneminde bir önceki yıla göre gıda karşısında alım gücünü yüzde 6,2 oranında kaybetti. Asgari ücret, yine aynı dönemde BİSAM tarafından açıklanan 2.977 TL açlık sınırı ve 10.299 TL yoksulluk sınırı ile Türk-İş tarafından açıklanan 2.927 TL açlık sınırı ile 9.533 TL yoksulluk sınırının oldukça altında kaldı” dedi.

‘ÖNLEMLER HAYATA GEÇMELİ’

Gelir dağılımı eşitsizliğinin giderilmesi, işsizliğin azaltılması ve çalışanlar ile emeklilerin yoksulluğunun önüne geçilmesi için çalışanların ve emeklilerin gelirlerini koruyacak önlemlerin hayata geçmesi gerektiğini belirten Sarı, yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: “Tüm ücretlerin asgari ücret kadarı vergi dışı bırakılmalıdır. Gelir vergisi dilimleri yeniden düzenlenmelidir. En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine yükseltilmelidir. Ücretlerde ve emekli aylıklarının artışlarında sadece enflasyon değil büyüme de esas alınmalıdır. İşsizliği azaltmak için gelir kaybı olmaksızın çalışma süreleri kısaltılmalı, haftalık çalışma süresi 37,5 saate düşürülmelidir. İşgücünün kırılgan grubunu oluşturan kadınların istihdamının artırılması ve istihdamının artırılması için işgücü piyasalarındaki cinsiyetçi uygulamalara son verilmeli, ev içi bakım hizmetleri devletin gereken nitelikli, yaygın ve ücretsiz bakım hizmetlerini sağlaması ile kadının üzerinden alınmalıdır.”

‘SEYYANEN ZAM ÇAĞRISI’

Türkiye’nin her geçen gün ücretliler ve alt gelir grubundakiler için yaşanamaz hale geldiğini söyleyen Sarı, “Asgari ücret ortalama ücret haline geliyor, işsizlik artıyor, gelir eşitsizliği uçurumu büyüyor. İşçiler, emekçiler, emekliler büyümeden pay alamıyor ve yoksullaşmaya devam ediyor. Özellikle son 20 yıllık süreçte yoksullaşan işçi sınıfı tamamen derin yoksulluğun içine çekildi, aynı dikta rejimlerinde olduğu gibi sefaletin içerisine itildi. Bizim çağrımız; bu derin yoksulluğa karşı adaletli gelir dağılımı sağlamak adına; ülkenin milli gelirden payının işçilere yansımasını sağlayacak bir düzen kurulması gerektiğidir. Dolayısıyla, İzmir’deki sanayicilere ve iş insanlarına çağrımız; bu derin yoksulluğun önlenebilmesi, enflasyon altında ezilen işçilerin, emekçilerin, memurların bir nebze de olsa nefes alması için örgütlü ya da örgütsüz işyerlerinde seyyanen bir zam yapmalarıdır. Bunun İzmir’den başlamasını talep ediyoruz. İnanıyoruz ki bu İzmir’den başlayıp tüm Türkiye’ye umut ışığı olacaktır” diye konuştu.

Editör: Haber Merkezi