Son dansçı ayı Brütüs de ölmüş; duydunuz mu, hani çocukluk yıllarımızda mahalleliyi ortalığa döken o garibimi?

 ‘Ayılara Özgürlük Projesi‘nde kurtarılan 64 dansçı ayının sonuncusu olan ‘Brütüs’, yaşlılığa bağlı organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirmiş. Çocukken sokağa gelen ucunda zincir burnu halkalı bir ayının, sopayla dürtülerek def eşliğinde zorla ayağa kaldırılıp sonrasında ‘hamamda kadınlar nasıl bayılıyordu’ teraneleri arasında yerde debelenmeye zorlanmasına güler miydin sen de?  Çocuk çığlıkları, kadın bağırışlarıyla sokağa taşan kalabalığın heyecanlandırdığıyla mı kalırdın sadece? O kudretli, zincirli olmasa seni bir pençede yere devirecek dağ gibi hayvanın maskaraya dönüştürülmesine gülmek de ne? İnsanoğlunun sonsuz kötülüğünün nişanesi ta o zamanlardan mı kazınmıştı zihnine?

27 yıl önce hayata geçirilen ‘Ayılara Özgürlük Projesi‘ kapsamında sokaklarda insanlar tarafından dans ettirilen toplam 64 ayının doğal ortamlarında yaşamlarını sürmesi için Bursa’daki Karacabey Ovakorusu Celal Acar Yaban Hayatı Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi’ne getirildiklerini… Barınakta bulunan 10’u yavru, 64’ü yetişkin 74 boz ayının en yaşlısı olan 37 yaşındaki ‘Brütüs‘ün 25 yıl merkezde yaşadığını, sakin mizaçlı, sevecen bir ayı olduğunu anlatmış merkezin veterineri…

Adının niye Brütüs olduğunu sormamış hiç kimse.. Merkezle ilgili daha önce yapılmış haberlerde de yok son dansçı ayıya niye Brütüs adının verildiği.

Efsaneye göre bir grup senatör tarafından sırtından hançerlenen Julius Sezar'ın, hançeri saplayanlar arasında en yakın arkadaşı Brütüs’ü de görünce "Sen de mi Brütüs?" dediği rivayetiyle, dost kazığının tadına bakıldığında sarf edilmesi olağan hale gelmiş lafın, neden sokaklardan/burnundaki halkadan/zincirlerinden kurtarılıp görece rahat bir yaşam sunulmuş bir hayvana ad olarak seçilmesini merak etmek? Bu adın verilmesi kadar tuhaf mı? Dahası bu yazıyı yazmak? Açlık sınırında yaşayan 13 milyon emekliden biri olmana rağmen, bunca konu bolluğunda son dansçı ayının da artık yaşamadığından bahsediyor olmak?

“tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde

bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman”

Önündeki geleceğin çoktan seçmeli şıklarının çoğu karanlıkta olunca, hayal de kuramayınca, geçmişe sarıyor insan haliyle. Bir zamanlar ununu eleyip eleğini duvara asma yılları için kurduğun hayalleri hatırlamak.. Yazıya “şimdi yine Prag’da olmak vardı” diye afili bir cümleyle başlayamayacağını bilmek, seyahat hayallerinin tarumar oluşunu yinelemek, acı ve öfkeden başka işe yaramayınca bir de…  Acemaşiran ya da rast ya da mahur (*) makamlı bir yazı yazmayalı kaç zaman oldu acaba diye düşündürtüyor sana. Kürdilihicazkardan da hüzzamdan da bıkmışsın oysa… Acemkürdiye bile razısın hatta. O bile yok.

İçimizdeki şarkılar sustu çünkü. Olan bitenin sonsuz seyircileri gibiyiz kaç zamandır…

Züccaciye dükkanına giren birer fil gibi yaşayıp öyle davrananların döküp kırdıklarının sonuçlarından biriyiz. Her gün ötekileştirilen, her gün vatan haini ilan edilip ‘Brütüs’lükle suçlanan, görmezden gelinen, burnundaki zincirlerinden kurtarıldığın vehmiyle minnetle sana bahşedilenle yetinmen istenen, özgürlüğünün ancak onların çizdiği sınırlarda yaşamak olduğunun sürekli altını çizen bir dayatma altında… ‘Iskalanmış ömürler dükkanı’nda insan kendini ancak Brütüs’le özdeşleştirebiliyor galiba...

“Yaşama sevinci bitmiş insanlar, şatafatlı bir görgüsüzlük, kutsanan dipsiz cehalet, bitmeyen bir öfke, kadercilik, doymak bilmeyen egolar, alaya alınan nahiflik ve bilgelik, çaresizlik, var olamayan sıkışmış güzel insanlar… Bana ‘ülkeni anlat’ deseler, işte bunları söylerdim” diyor bir okuyucu. Öyle. Kendini yanlış hikayede bulup ayrılamayan, hikayeyi değiştirme gücünü de bulamayıp “Godot'yu bekler (**)gibi bekleyenler… Görmezden gelme konusunda ustalaşamadığı için de biteviye mutsuzlar ülkesi..

 "Hayatın ne içindeyim ne dışında...

Sadece yanında yürüyen bir gölgeyim" ben de. Bugün böyleyim.

İyimserliğim sadece bir temenni:

"Yolumuz yolsuza, yüzümüz nursuza, ömrümüz arsıza uğramasın."

***

(*)Acemaşiran = Yaşam coşkusu, Rast, mahur = Sevincin zirvesi, Hüzzam = Parlak hüzün. Acemkürdi = Lütfedilen mutluluk, Kürdilihicazkar = Yakıcı hüzün)

(**) Samuel  Beckett, “Godot'yu Beklerken” sonu gelmeyen ve anlamsız bir bekleyişin anlatıldığı bir hikayedir.