Salgın ülkeye sıçramış, neredeyse 2 ay olmuş. Ama ülkeyi yönetenler süreci öyle bir yürütmüş ki bilim ana dayanak olmuş. İsteyenlerin de inancına göre dua ederek katkı sunması istenmiş.

İlk olarak bilim kurulu oluşturulmuş. Ama fevkaladenin fevkinde... O bilim kurulunda yer alanlar sadece bilimsel verilerle hareket etmiş. Asla ve asla ‘virüsü de allah yarattı, yaradılanı severiz yaradandan ötürü’ dememiş.

Tüm dünyada pandemi ilan edilirken hiç geç kalınmamış ve zaman kaybetmeden ülkede pandemi ilan edilmiş.

Ekonomi olumsuz etkilenecek olsa da asgari yaşam koşullarını sağlayacak üretim kolları hariç tüm üretim durdurulmuş ve fabrikalar kapatılmış. Sıkıntı değil zaten ülkenin ‘kefen parası’ her zaman devletin ayrı bir kasasında duruyormuş ve asla dokunulmuyormuş. Hatta gün be gün olası bir sorunda kullanılmak üzere bu kasanın özgül ağırlığı büyüyormuş.

Üretim durup insanlar işe gitmeyince barınma, gıda, sağlık gibi insanların elzem ihtiyaçları da bu sosyal devlet tarafından karşılanmış.

Gecikmeden alınan pandemi kararı sonrası hızlıca yine hiç vakit kaybetmeden sahra hastaneleri ve pandemi hastaneleri kurulmuş. Nerelere mi? Mesela boş spor salonlarına, eskiden hastane olan ama şimdilerde kullanılmayan boş binalara… Bu sayede bırakın her ili neredeyse her ilçede, yatak kapasitesi ilçenin nüfusuna göre hastaneler kurulmuş ve çok kısa sürede kullanılır hale getirilmiş.

O kadar çok test yapılıyormuş ki herhangi bir yurttaşın test yaptırma talebi sosyal statüsü ve ekonomik koşulları ne olursa olsun geri çevrilmiyormuş. Sonuç belli olana kadar da evinde ya da sahra hastanelerinde gözetim altında tutuluyormuş.

Yine bu süreçte en riskli çalışanlar konumundaki sağlık emekçileri için devlet her imkanı seferber etmiş ve konaklamadan, ekipman desteğine kadar tüm ihtiyaçları karşılanmış. Yakın bir örnek; mesela Balçova’daki devlete ait olan termal otel sağlıkçılara tahsis edilmiş.

İlk tedbirler sonrası daha radikal kararlar almak zorunda olan yönetenler, sokağa çıkma yasağı ilan etmişler. Bunu da halkına önceden haber vererek olası bir panik halini ve kaosu önlemişler.

Önceden haberi olan yönetilenler ise yasağın başlayacağı gün ve saatte herhangi bir paniğe kapılmadan, kendilerini de yasak başlayana kadar belki de en önemlisi psikolojik olarak hazırlamışlar.

Sokağa çıkma yasağının başladığı gün hiçbir sıkıntı yaşanmadığından kimse istifa etmek istememiş ve kimsenin koruma kalkanı olmak durumunda kalmamış. Ya da buna benzer siyasi manevralarla gücünü göstermek ya da gücüne güç katmak istememiş. Çünkü bunlara gerek yokmuş.

Bu sosyal devlet üzerine düşen tüm bu sorumluluklarını yerine getirirken, süreçte elini taşın altına koymak isteyen kurum ve kuruluşlara bırakın köstek olmayı aksine destek olmuş. Gönüllülük esaslı bu yardımları teşvik bile etmiş. Siyasi malzemeye çevirmeyi aklının ucuna bile getirmemiş.

Paramız yok alın size iban, pamuk eller cebe’ dememiş, gırla kötü gün parası olduğu için aksine ‘Siz bize iban gönderin, evinizde kalın ve hiç kuşkunuz olmasın hep beraber bu kötü günleri aşacağız’ demiş.

Salgın günlerinde ülkenin tek gündemi haliyle salgınken, yangından mal kaçırırcasına toplumun tepkisini çekecek/çekebilecek kanun değişikliklerine ve yasal düzenlemelere gidilmemiş. Nasıl gidilsin? İnsan hayatı her şeyden önemliymiş.

Tüm bunlar yaşanamaz mıydı? Bizler, bu ülkenin yurttaşları olarak bunları hak etmiyor muyuz? Biz gayet yaşanılabilir bu öykünün trenini belki de 3 yıl önce bugün, 16 Nisan 2017’de kaçırdık. Aslında salgın günlerinde olması gerekenler yukarıdaki  -mış’lardı. Yaşananlarsa malum.

Yazının sonuna da gündeme dair bir bilmece bırakalım:

Satışı yasaktır, satın alınamaz. Eczanelerde yoktur, evlere gönderilmez. Ama kullanmak mecburidir. Bu nedir?