DUYGU KAYA/ İZ GAZETE- Nerdeyse 2 yıldır devam eden koronavirüs pandemisinde, fizyolojik olarak etkilendiğimiz kadar psikolojik olarak da karşılaştığımız sorunlar oldu. Salgınla birlikte korku, belirsizlik, panik ve arkasından gelen boş verme hissi, insan sağlığına doğrudan zarar verebilecek dereceye giderken, Uzman Klinik Psikolog M. Berk Karaoğlu pandemi sürecinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini İz Gazete’ye değerlendirdi.

‘ETKİLERİNİ GÖREMİYOR OLABİLİRİZ’

Üzerimizde pandemi sebebiyle nerdeyse iki yılın verdiği psikolojik bir sıkıntı var. Yani bu pandemi kimsenin alışık olmadığı bir şey, o yüzden insanlar doğal olarak bir şok oldu- ardından gelen korku-panik havası en sonunda bıkkınlığa kapıldık… Bu süreçte insanların psikolojisini nasıl değerlendiriyorsunuz bir uzman olarak?

Pandemi bizi sanılandan daha fazla etkiledi, şu an daha etkilerini görmüyor bile olabiliriz. Çünkü şu anda biz pandeminin etkilerini fizyolojik olarak atlatma derdindeyiz. Ruhumuzun ne kadar yara aldığını bilemiyoruz, bilemediğimiz için orta ve uzun vadede nasıl etkiler görmemiz lazım. Şunu diyebilirim ki, kısa vadede bile hasarı fark ediyoruz. ‘Virüs nasıl bulaşıyor, nasıl geçiyor, salgın ne zaman bitecek’ gibi hem geçmişe hem de geleceğe yönelik soru işaretlerimiz var. Bu da bizde hem depresif hem de anksiyete bozukluklarına yer açabilir.

‘PSİKOLOJİK DESTEK ALAN İNSANLARIN SAYISI ARTTI’

Pandemi döneminde psikolojik destek almaya başlayan insanlarda ne kadar bir artış yaşandı? Elinizde bir veri ya da herhangi bir tahmininiz var mı?

Şu an için net bir veri yok ancak ruh sağlığı alanında gözlemlediğim kadarıyla psikolojik destek alma ihtiyacı doğan insan sayısı çok arttı. Bu da çok normal, bu kadar belirsizliğin arasında ruhumuz sanılandan daha fazla yara alıyor. Ben kendi danışmanlık merkezimde bile destek almaya gelen insanların sayısında artış gördüm.

‘HER ŞEYİN FAZLASI ZEHİR’

İnsanların eve kapanmasıyla sosyal medyaya ve internete bağımlılık arttı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, bu durum tehlikeli boyutlara gidiyor mu?

Pandemiden bağımsız olarak sosyal medya hayatımızın içerisindeydi zaten ama pandemiyle birlikte bu durum daha da arttı. Çünkü salgınla sosyal hayattan, güneşten, fiziksel aktiviteden uzaklaştık. Dış dünyadan uzaklaşınca iç dünyamızı tetikleyen sosyal medyaya yöneldik. Sosyal medyanın olumlu katkıları olsa da olumsuz etkileri de var çünkü bizi tek bir mecraya yönlendiriyor ama dış dünya tek bir mecra değil. Dış dünyada sosyalleşiyorsun, yeni mecralar deniyorsun, yüz yüze iletişim kuruyorsun, geziyorsun. Sosyal medyada ise verileri ham bilgi olarak yutmak zorunda kalabiliyoruz, bu nedenle çok olumlu olduğunu da söyleyemeyeceğim. Salgının ilk zamanlarında sosyal medyada çok yanlış bilgiler de dönüyordu, bu hem fizyolojik hem de psikolojik olarak bizi kötü etkiledi. Kısacası evet, her şeyin fazlası zehir.

‘ÖFKEYLE YAŞAYAN BİR TOPLUMUZ’

Tabii bir de kanayan yaramız, şiddet vakaları var… Pandemi sürecinde kadın ve çocuklara yönelik hak ihlallerinin arttığına özellikle dikkat çekiliyor. Peki, şiddet vakalarının artmasını neye bağlıyorsunuz?

Aslında toplumuzda artan şiddet olayları sadece pandemiyle ilgili değil; kişilik yapılarımız ve toplumun genel dinamitleri sebebiyle şiddet vakaları zaten artıştaydı. Salgındaki artışa gelirsek, var olan öfke dış dünyada atılırken, pandemide atılamadı. Evdeki herhangi bir hareket göze battı, anlam yüklenildi, öfkelenildi çünkü biz genelde öfkeyle yaşayan bir toplumuz. Önceden işteki öfkeyi dış dünyada atabilirken artık eşimize atmaya başladıysak bu şiddet olaylarının artışının nedenini anlayabiliriz. Bu durumda sadece fizyolojik değil, psikolojik şiddete de değinmemiz gerekiyor aslında. Hem kadının erkeğe, hem erkeğin kadına ama öncelikle fizyolojik şiddete karşı kendimizi korumalıyız. Bu tür olaylar direkt fizyolojik şiddet olarak kendini göstermez, önce psikolojik şiddet olarak gelir. Fizyolojik şiddet işin en son kısmıdır.

‘MADDİ OLARAK KISITLANMAK İNSANI ÇARESİZLİĞE GÖTÜRÜR’

Pandeminin insanların üzerinde bıraktığı en büyük ikinci hasar, ekonomi, birincisi zaten sağlık. Peki, bu ekonomik buhran, psikolojik olarak ne kadar tehlikeli?

Maddiyat çok önemli bir araç. Salgın döneminde herkes ekonomik olarak acı çekti; maddi olarak kısıtlanmak insanı çaresizliğe götürür. Özellikle sürekli kazanmak zorunda olan insanlar açılıp-kapanma süreçlerinden çok yara aldı. Bu durumu çoğu kişi yaşıyor, birey ‘Sadece benden dolayı değil’ diyerek kendini bir nebze rahatlatsa da gerçekler belli ve gerçeklerin belli olduğu noktada geleceğe yönelik bir umudumuz kalmayabiliyor. Hem sağlığımızı koruyup hem de geleceğe yönelik adım atmaya çalışmak ve bu adımı atarken maddi problemlerle karşılaşmak çok zor. O yüzden bu durumun çok tehlikeli boyutlara gideceğini de ifade edebiliriz.

Pandemi dönemiyle birlikte hangi psikolojik sıkıntılarda artış yaşandı? İnsanlar size genelde hangi problemlerle geliyorlar?

Salgın döneminde daha çok çökkünlük oldu. Çift problemleri de arttı, bu bağlamda çok fazla çift terapisi randevuları almaya başladım. Onun dışında kaygı bozukluklarımız çoğaldı. Bir de çok ilginçtir ki, insanlar kendini sorgulamaya başladı, hiçbir hastalığı olmayan insanların da randevu aldığını gördüm. Zaten sadece hastalık durumlarında değil, psikolojik destek almak insanların kendilerini tanımaları anlamında iyi bir süreç, bu yüzden genel anlamda psikoterapi almaya gelen birçok danışanım var, doğal olarak bu yönde de bir artış gözlemleniyor diyebilirim.

‘BELİRSİZLİK DUYARSIZLAŞTIRIR’

En büyük zayıflığımız; normalleştirme. Salgında birinci, ikinci pik derken uzmanların ifade ettiğine göre şu an dördüncü piki yaşıyoruz. İnsanlar artık bunu alışmaya başladı ve bu da tehlikeli bir durum. Peki, buna nasıl alıştık, bunun psikolojide bir adı ya da psikolojik bir altyapısı var mı?

Salgın zamanında yetkililer bu süreci pek tahmin edemedi. Sürekli bir belirsizliğe maruz bıraktığınızda insanları bir şeye inandırmak ise çok zordur. Çünkü insanlar artık duyarsızlaşır ve duyarsızlaştığında da o hassasiyeti göstermez. İlk zamanlarda insanlar maskeye, sosyal mesafeye daha çok düşkündü. Şimdi hangi pik gelirse gelsin, insanlar artık yaşamak istiyor ama bir şekilde otoriteye inanmak zorundayız.

‘KİŞİDEN KİŞİYE DEĞİŞİR’

Pandemi döneminde hangi yaş aralığı psikolojik olarak daha çok hasar aldı?

Bu kişiden kişiye değişir, mesela içe dönük yaşayan insanlar bu kısıtlamadan hiç etkilenmedi. Bunu yaş aralığından ziyade; kişilik yapısı, çalışma şekli, sosyal ilişkilere ayrılan zaman olarak değerlendirebiliriz. İlk zamanlarda bu durum yaşlılar için çok zordu çünkü çok daha fazla kısıtlamaya maruz kaldılar, güneş ışığını göremediler ki; bu ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Sonrasında aynı sıkıntı gençler için de geldi ama görüşümü söylemek gerekirse ben en çok çalışan, özellikle ticaretle uğraşan genç-erişkin kesimin etkilendiğini düşünüyorum çünkü kira ödemeye, iş yerini idare etmeye devam ettiler.

‘MUTLULUĞA GEREKLİ ANLAMI YÜKLEMİYORUZ’

Geçtiğimiz aylarda Birleşmiş Milletler'in 149 ülke arasında yaptığı değerlendirmeyle belirlediği Dünya Mutluluk Raporu'nun ilk üç sırasında Finlandiya, Danimarka ve İsviçre var. Geçen yıl 93. sırada olan Türkiye ise bu yıl 104. sıraya geriledi. Peki neden? Pandemi bütün ülkeler için geçerliyken bizim mutsuzluk oranımızın artmasını neye bağlıyorsunuz?

Türkiye çok kozmopolit; birçok kültürden insanın yaşadığı ve her zaman uyumun sağlanamadığı bir ülke. Biz duygularını sınırlarda yaşan bir toplumuz, mutluluğu çok yüksek yaşarken, öfkeyi de üst sınırlarda yaşıyor ve genelde öfkeyle tepki veriyoruz. Mutluluğa gerekli anlamı yüklemiyoruz. Finlandiya, İsviçre gibi ülkeler refah seviyesi çok yüksek olan ülkeler, evde otursanız bile size gerekli yardımlar yapıldı. Ülkemizde ise insanlar o denli yardımlar yapılmadığını düşünüyor. Burada bir gelecek kaygısı var ve bu insanları daha çok öfkelendirdi. Pandemide de olumsuz yaşam koşulları oluşunca insanların mutsuzluğu ve öfkesi daha çok arttı.

‘HİÇBİR DUYGU SONSUZA KADAR AYNI YOĞUNLUKTA SÜRMEZ’

Psikolojik danışmanlığın belli bir ücreti var- doğal olarak. Durumu kötü olan, bu yüzden seansa ihtiyacı olmasına rağmen ödeme yapamayacağı için yardım alamayan binlerce insan var. Hükümet bu konuda ne yapmalı? Bu insanlara bir tavsiyeniz var mı?

Normalde psikoterapi çoğu ülkede devlet tarafından karşılanan bir sistem. Sadece hastalık olarak değil, ruh sağlığının ayrı bir tanımlamada değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir ara aile sağlığı merkezlerinde bir psikolog istihdam edilmesi düşünülmüştü. Bence bu uygun olabilir. Ayrıca psikolojik danışmanlık merkezleri olan ruh sağlığı uzmanlarına daha çok destek verilebilir, ücreti SGK karşılayabilir, vergi indirimine gidebilir. Maddi açıdan yeterli durumda olmayan insanlarımıza ise duygu ve düşüncelerini kâğıda aktarmayı, nefes egzersizleri özellikle diyafram nefesine ağırlık verebilirler. Onun dışında bu sürecin bir şekilde geçebileceğini düşünebilirler çünkü hiçbir duygu sonsuza kadar aynı yoğunlukta sürmez.

Editör: Haber Merkezi