25 Şubat 1907 de Gümülcine'de doğdu Piyade Yüzbaşı Ali Selahattin Bey’in oğlu. Sonraları İstanbul, Balıkesir, Çanakkale gibi şehirlerde devam eden çocukluk yıllarının ardından bir hikâyenin içinde oradan oraya düştü yola. Öğretmen çıktıktan sonra Yozgat, Aydın ve Konya’da ışık tuttu Anadolu’nun çıplak ayaklı çocuklarının yoluna. Memleketin dört bir yanından topladığı yaşamları satırların arasına serpti de o gün bugün koca bir ülkeye kısılmayan sesiyle aktardı nicesini. Arada Almanya’ya da düştü yolu, Anadolu’da bir cezaevine de... Bu ülkede kader gibidir aydınlık yarınların hasadı için toprağa şiirler, öyküler ekenlerin zindanlara konulması. O da nasibini aldı haliyle “güzel günleri düşlemek” suçundan. Kalemi hiç zayıflamadı. Aksine her yazdığı öykü, kurduğu her cümle, kullandığı her kelime, her birimize yanı başımızda bir yerlerden tanıdık gelecek kadar güçlüydü. Öyküler, şiirler yazdı, kitapları yayınlandı. Yokluğun ve yoksulluğun hikâyelerini taşıdı her birimizin yaşamına. İçimizdeki Şeytan’da aydın geçinenlerin içlerindeki karanlığı yırtıp atarken, Değirmen’de neredeyse aklımızın alamayacağı, belki de cesaret edemeyeceğimiz bir aşkın peşine düştü, en derinlerimizdeki söze dökemediğimiz hislerimizi açık etti. Aklımızın ve yüreğimizin izini sürdü, sözcükleri insanın içinde hapsolmuş hisleri tutup ellerinden gün yüzüne çıkarttı. Aşkı mesela; öyle bir tarif etti ki daha iyisi olmazdı herhalde. Şöyle dedi Yüzbaşı Ali Selahattin Bey’in oğlu;

“Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar, siz birisine itaat eden ve birisine emredenler, siz birisinden korkan ve birisini tehdit edenler... Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnızca bizler biliriz... Bizler. Batı rüzgârı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz Çingeneler...”

Birkaç cümleyle daha iyi anlatılamazdı herhalde yürekteki sevgi denen sancı. Aşkın otorite ve itaat ile arasındaki çelişik özelliğini gözler önüne sermekteki ustalık, insanın söze dökmekte zorlanacağı, üzerine gün boyu konuşulabilecek onlarca meseleyi bir nefeste ifade ediyor onun mısralarında. Kürk Mantolu Madonna’da tablodaki bir resme duyulan aşkı sayfalarca içimize ilmek ilmek işledi Sabahattin Ali. Kaleminin gücü elbette belli çevrelerce de kendisinin hedefe konmasına sebep oluyordu. Çünkü Sabahattin Ali yazılarında sadece aşkı anlatmıyordu okurlarına. İçimizdeki Şeytan’da Nihal Atsız şahsında milliyetçi çevreleri nasıl da kızdırdığını anlamak hayli mümkün. 1945 yılında İstanbul’da yapılan komünizm karşıtı yürüyüşte onun da görev aldığı kurumlar saldırıya uğramıştı. Sırça Köşk öyküsünün Ali Baba Dergisi’nde yayımlanmasının ardından tutuklanarak cezaevine konuldu. Belki eserleri değil ama siyasi fikirleri farklı çevrelerce sıkça tartışıldı. Türkçülükle başladığı iddia edilen fikir hayatı büyük değişimlere uğrayıp, ifade ediş tarzının gün geçtikçe sertleşmesiyle birlikte O’nu farklı bir dünya görüşünün merkezine doğru çekti. Nazım Hikmet 1952 yılında Noveye Vremya Gazetesi’nde yayımlanan bir yazısında Sabahattin Ali’nin Sovyetler Birliği’ne derin bir sevgi beslediğinden bahsetti. Hakkında farklı tartışmalar ve iddialar olsa da o ifade ettikleri ile kendi hakkında yapılan değerlendirmelere cevap olarak ne olduğunu ve ne olmadığını ifade ediyordu aslında. Örneğin bir yazısında şöyle diyordu. Ve kendini en iyi kendisi anlatıyordu.

“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölesi gibi peşinden gidilerek değil, bu milletin selametini en iyi sağlatacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin.”

Sabahattin Ali Anadolu’da var olan güçlü edebiyat damarının önemli temsilcilerinden biri olarak hem aşkı, hem kavgayı, hem Anadolu’nun topraklarına düşmüş hikâyeleri, kentleri ve taşrayı, köşkleri ve tek göz odaları, beyleri ve ırgatları edebiyata ve yaşama layık bir şekilde anlattı. İçimizdeki Şeytan’da Macide’yi, Kürk Mantolu Madonna’da Maria’yı, Kuyucaklı Yusuf’ta Muazzez’i ve onlara adanmış aşkları anlattı. Adları “m” harfiyle başlayan kadınların ellerinden tutup satır aralarından bizlerin düş dünyalarına getirdi. Uykusuz gecelerimiz oldu, baharda yüzümüze ılık bir yel gibi dokundu O’nun öyküleri. Daha uzun yıllar boyu yanı başımızda yer alacak bir dost eli olarak iyi ki doğmuş Sabahattin Ali…