TANTALOS' u gördüm! Korkunç işkenceler çekerken. Duruyordu bir gölün içinde, ayakta, yükseliyordu su ta çenesine kadar. Ama içmek için davrandı mıydı, damlasını alamıyordu suyun. İhtiyar adam eğiliyor, eğiliyor eğiliyordu…

Su da çekiliyor, çekiliyor, yok oluyordu hemen toprakta. Ve bir çamur peyda oluyordu ayaklarının dibinde, kapkara. O saat bir tanrı kurutuveriyordu gölü.

Yemişler sarkıyordu başının önünde, dallı budaklı ağaçlardan, armutlar, narlar, pırıl pırıl elmalar, ballı incirler, tombul zeytinler sarkıyordu.

Ama ihtiyar adam koparayım diye ellerini uzattı mıydı bir yel geliyor, savuruyordu onları kara bulutlara. 

O günden bugüne TANTALOS’ un çektiği işkenceye “TANTALOS İşkencesi” denilir. TANTALOS İşkencesi varlık içinde yokluğu yaşamaktır kısaca. Homeros böyle anlatmıştı Tantalos’un çektiklerini.

Bugün bizde bunu yaşıyoruz. Varlık içindeyiz ama yok olmaya doğru hızla gidiyoruz. Meralarımız, tarlalarımız, zeytinliklerimiz, turizm cennetimiz, egenin incisi İzmir hızla yok olmaya doğru gidiyor. Kontrolsüz, plansız ve hızla artan rüzgar gülü sayıları ile…

Yararları çok elbette… Rüzgar enerjisinden elde edilen elektrik için hiçbir yakıt kullanılmıyor. Rüzgar türbinleri atık bir salınım yapmadığından sulara verdiği zarar da söz konusu değil. Böylelikle topraklar, göller, akarsular temiz kalıyor. Bu enerjide su da kullanılmadığından tasarruf edilen su, tarıma ve insanların kullanımına ayrılıyor. Rüzgar enerjisi, kirlilik barındırmaz ve havanın temiz kalmasını sağlar.

Yararlarının çok olduğu bilinen Rüzgar Elektrik Tribünlerinin etkilediği olumsuz alan ise; türbülans ve manyetik etkinin canlı yaşamını olumsuz etkileyeceği ve ciddi sağlık sorunlarına yol açacağı biliniyor. Ayrıca, büyük ve küçük baş hayvanların otlama alanlarının kaybolmasına, göçmen kuşların geçişi sırasında kayıplara ve yön değişimlerine yol açıyor. Plansızca yapılan ve gelişigüzel hemen heryere yerleştirilen RES’ler görüntü kirliliğine sebep oluyor. Res’ler  yapılmadan bölge halkına kulak verilmeli. Kurulması düşünülen ilde, bölgede o ilin kültürüne doğasına göre planlama yapılmalıdır. Örneğin; Çeşme, “RES olur da Çeşme’de olmaz”, Karaburun, “Rüzgar Yaşamdan Yana Essin.” Çeşme’de 40 adet varlığı bilinen Rüzgar tribünü mevcut. Karaburun’da şuan mevcut olan 50 tribünün varlığı ve yakın zamanda da 166’yı bulacağı konuşuluyor. Yine 450 yıllık Yörük köyü olan Yaylaköyü 37 rüzgar tribünü ile doğallığını yitirmek üzere. Bu tribünlerin yerleştirilmesi ve yapılması düşünülen yerlerde kesilen ağaçların iklime ve doğaya verdiği tahrip düşünüldüğünde ortaya da yok olmaya doğru hızla giden bir tabloyu sunmaktadır. Çevreyle ve toplumla uyumsuz bu projeler iptal edilmeli, yapılacak her proje çevreye ve insan sağlığına uygun olmalı, bölge insanı da dikkate alınmalıdır. Ülkemizde tarım, hayvancılık nerdeyse bitme noktasındadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre; İzmir’de 2001 yılında yerli sığır hayvan toplam sayısı 30.190 iken, bu rakam 2015 yılı itibariyle 19.717 olarak gözlenmektedir. Doğamıza, tarlamıza, meramıza, zeytinimize, kavunumuza, sakızımıza, turizmimize sahip çıkmalıyız. Yoksa Tantolos gibi “bir yelin gelmesiyle” ballı incirlere, tombul zeytinlere, narlara, pırıl pırıl elmalara uzanıp koparamayacağız.  Rüzgar Tribünlerine verilen destek ve teşvik o bölge ve doğanın yapısına göre düzenlenmeli, bu yapılan düzenleme ile de yerleşim yerine, doğaya, yaşam hakkına gaspı önlenmelidir.