2019 yılının Haziran ayında tecrübesiz bir programcı adayı olarak kapısından içeri girdiğim İz Gazete’de geride kalan 15 ay içerisinde çok şey öğrendim. Birlikte hareket etmenin ve inancın ne kadar önemli olduğunu çıplak gözle tahlil etme şansı buldum.

Kapısından içeri adımımı attığımda sadece bir internet gazetesi olan İz Gazete’nin bugün bulunduğu noktaya gelebilmek adına yaşadığı tüm zorlukları ekip arkadaşlarımla birlikte göğüslerken, başarının haklı gururunu da yine omuz omuza yaşadık. Burada tek tek isim sayıp teşekkür etmeyeceğim. Bana bugüne kadar destek olan, başarılı olmam için katkıda bulunan herkese minnettarım.

Yaklaşık 1 ay önce kurmuş olduğumuz İz Televizyonu ekranlarında programlarıma devam ederken, bugünden itibaren her Salı günü bu köşede sizlerle buluşup ülke ve İzmir sporu hakkında konuşacağız. Şunun altını özellikle çizmek istiyorum, Türk futbolunu değil, Türk sporunu konuşacağız. Evet belki günümüz dünyasının en çok takip edilen spor dalı olması ve büyük bir endüstri kaynağı haline gelmiş olması sebebiyle futbol ağırlıklı ilerleyeceğiz fakat basketbolu, voleybolu, hentbolu, kadın futbolunu, yüzmeyi, su topunu, atletizmi, tenisi görmezden gelmeyeceğiz. Bilgi satan bir köşe değil, fikir alışverişinde bulunduğumuz bir ortam yaratacağız. Değerli İz Televizyonu izleyenlerinden sonra, şimdi sıra kıymetli İz Gazete okurlarıyla buluşmaya geldi.

SAYILAR DOĞRUYSA, STADYUMLAR NEDEN BOŞ?

Covid-19 pandemisinin gölgesi altında bitirdiğimiz bir spor sezonunu tekrar aynı şartlar altında açma mecburiyetini hep birlikte yaşıyoruz. Yeryüzünün en çok sevilen, en çok takip edilen branşının aslında taraftar olmadığı zaman aynı dünyanın en keyifsiz sporu haline dönüşmüş olduğunu gördük. Hazırlık maçı havasında, seyir zevki düşük, golü çok olsa da tadı olmayan maçları izlemeye devam ediyoruz. Salgının başlangıç noktası olarak gösterilen Wuhan kentinde bile taraftarlar otobüslere doluşup deplasmana gitmeye başladılar. Avrupa’nın neredeyse tüm büyük liglerinde kısıtlı kapasiteyle de olsa halkı futbolla buluşturmayı başardılar. Her şeyi kenara bıraktığımız zaman aslında bu Türkiye ile ilgili çok acı bir gerçeği ortaya çıkartıyor.

Yaşanan bu zorlu süreçte insanların sosyal aktivitelerle zihnini boşaltması ve bir nebze rahatlaması mevcut ülke yönetiminin işini kolaylaştıracak unsurlardan bir tanesi. Şimdi size soruyorum, günde ortalama olarak 1700-1800 yeni vakanın tespit edildiği söylenen bir ülkede maçlara seyirci alınması sizce riskli mi? İşte burada o acı gerçek ortaya çıkıyor. Türkiye’de maalesef tespit edilen vaka sayısı ile bizimle paylaşılan arasında çok büyük bir uçurum var. Çünkü inanın o uçurum olmasaydı hükümetimiz taraftarları stadyumlara doldurmaktan hiç çekinmez aksine vatandaşların meşgul olması için bunu bir fırsat olarak görürdü.

İlerleyen günlerde hem liglerin hem de salgının seyrinin nasıl olacağını hep birlikte göreceğiz. Henüz sahadaki mücadele adına pekte bir şey söylemek mümkün değil. Ekim ayının başında verilecek milli takım arasına kadar takımların hazırlık süreçlerinin hala devam edeceğini düşünürsek, önümüzdeki birkaç hafta daha takımların sistemlerinin oturmasını bekleyeceğiz gibi gözüküyor.

Önümüzdeki spor sezonundan en büyük beklentimiz ise hangi branş olursa olsun, kimsenin sağlığına zarar gelmediği, seyir zevkinin ve keyfin ikinci planda kaldığı, insan sağlığının öncelikli olduğu bir sezon olması yönünde olacak.

Tabii ki sporla kalmaya devam edeceğiz fakat en kısa sürede tekrar gol sevinçlerinde birbirimize sıkı sıkı sarılabilmek için bir süre daha mesafelere dikkat edeceğiz.