16 Nisanda aylardır hararetle tartışılan bir sürecin sonunda referandum için memleketçe sandık başına gittik. Elbette her kesimin kendisi açısından çıkarabileceği sonuçlar vardır. Birçok farklı değerlendirme yapılmaya başlandı. Kimilerinin öngörüleri doğru sonuçlar verse de hiç kimsenin öngöremeyeceği şeyleri de yaşamadık değil hani. Aslına bakarsanız dün olan biten her şeyi referandumun yeni yeni tartışılmaya başladığı dönemden itibaren görmek çok güç olmadı kimileri için. Henüz referandum mecliste oylanırken sandık başlarında oylarının rengini belli edip kahkahalarla poz veren ve olması gereken gizliliği hiçe sayıp bugün ve yarın yaşanabilecekleri daha o günden memleket sathına ilan eden adamları unutmak ne mümkün? Referandum hazırlıkları döneminde devletin devasa olanaklarının, gazete sayfalarının, televizyon ekranlarının yarışın bir tarafı için bütünüyle tahsis edilmiş olması karşısında, elbette kısıtlı imkânlarla hayır çalışmasını yürütenlerin alın terini de hiç akıldan çıkarmamak gerektiğini eklemek lazım. Devletin imkânlarıyla, halkın seferberliğinin belki de ilk kez bu derece karşı karşıya geldiği bir memlekette “atı alan Üsküdarı geçti” dememek, her şeyin bittiğini sanmamak gerek. Referandumdan çıkarılabilecek en önemli sonuçlardan birinin bu olduğunu düşünüyorum. Hiçbir şeyin hem yönetenler hem de yönetilenler için artık eskisi gibi olmayacağının aşikâr olduğunu, her iki taraftan insanlar açısından da her şeyin henüz başladığını söylemek hayli mümkün. Memleketin neredeyse yarısı tarafından kabul görmemiş bir değişikliğin hangi kesimlerin yaşamlarında neleri değiştireceğini tartışmak ise herkesin hakkı. Adına demokrasi denilen bizim ise ne olduğunu bir türlü anlayamadığımız şey de bunu garanti altına alıyor olsa gerek. Referanduma ve siyasal iklime dair değerlendirmeleri bir sayfalık alanda yapabilmek çok mümkün değil. Bu yüzden aklımdaki tuhaf sorulardan birkaç tanesini sorarak bitireyim.

Bundan sonra olacaklara dair söylenebilecekleri bir kenara bırakarak şimdiye kadar olanları bir kez daha gözden geçirmeyi denesek nasıl olur dersiniz? Tersten başlayalım; dün akşam balkon konuşmasında başbakan hepimiz kardeşiz anlamında mesajlar verip evet diyene de hayır diyene de teşekkür ediyordu. Aklıma geliyor işte tuhaf sorular. Düne kadar hayır diyenler terörist, dinsiz, fetöcü, Pkk üyesi deniliyordu. Bugün başbakan evet diyene de hayır diyene de teşekkür ederken dinsizlere, fetöcülere, teröristlere ve Pkk üyelerine mi teşekkür ediyor?

Kanunlar seçime dair her şeyi açık ve net ifade ediyorken YSK’nın son dakika fermanı ile mühürsüz oyları da kabul etmesi ve evet cephesinde kimsenin buna itiraz etmemesi kanunları hazırlayanların kendi hazırladıkları kanunları çiğnediği anlamına gelmiyor mu? Kanun koyanlar dahi yasaları hiçe sayarken vatandaşın bundan sonra yasaları dikkate almaması herhangi bir suç teşkil eder mi?

Hayırcıların siyasal alandaki refleks ve yol haritaları bir yana referandum öncesinde evet cephesinin sert tavrı karşısında ortaya çıkan irade bir yerlerden tanıdık geldi mi sizlere diye de sormak isterim? Bir eylem birlikteliği olmasa bile hayır cephesindeki psikolojik birlik, birbirinden çok farklı ve geniş kesimlerin içine dahil olması yönüyle Gezi Direnişindeki ruh haline biraz da olsa denk düşmüyor mu dersiniz?

Anayasa değişikliğinin her maddesi ayrı ayrı tartışılabilir ama şu partili cumhurbaşkanı meselesine dair de bir soru sormak gerekirse; partili cumhurbaşkanlığı sistemi partili savcılar, partili hâkimler, partili valiler, kaymakamlar, amirler, memurlar yaratarak partili olmayan diğerlerini mağdur edecek mi?

- - - - - - -