Bir anayurt, o topraklar içinde yaşayan ve birbirine yurttaşlık bağlarıyla bağlanmış herkesin anayurdudur. Seçilmişler yahut atanmışlar bir iş görecekken, bu sıradan gerçeği dikkate alarak görürler (görmelidirler) işlerini. Ne yazık ki bu en bilindik işleyişe bile yıllardır hasretiz. Eğer bir yerde “rant” varsa, bin bir yalan, bin bir hile, bin bir hokkabazlıkla iş görülür oldu pek çok yerde… En sarsıcı ve korkunç olanı da “inat”.

Kimi yapılar ülkeler maneviyatı için paha biçilmezdir. Cumhuriyet dönemi yapıları bunun en güzel örneğidir. Fakat ülkeyi yönetenler hiçbir biçimde bu moral değerleri dikkate almadan, çoğu zaman kafalarına göre yahut kafalarının arkasındaki “planlara” göre davranarak; Ankara’da pek çok Cumhuriyet dönemi yapısını yıktılar. Aynı şey İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin de başına geldi. Üstünde anlaşma sağlamadan yıktığınız kültür varlıklarının yerine neyi, hangi büyüklükte bir yapıyı yaparsanız yapın, oradan bir ortak beğeni ve huzur çıkmaz. Gönüller kırılmış olur bir kere. Çünkü yapılar, yalnızca kum, demir, çimento demek değildir. Yapıları anlamlı kılan içinde yaşananlar ve maneviyatıdır.

Tıpkı ormanlarımız gibi. İzmir’in ormanları (6.500 hektar kadar) cayır cayır yanarken, orman bakanı; yerine daha çok ağaç dikeceğiz dedi. Fakat ormanlara yalnızca ağaç gözüyle bakabilir miyiz? Orman börtü/böcektir, kuş yuvasıdır, tilkidir, kaplumbağadır, kurttur, domuzdur, ceylandır, sansardır, sincaptır, gelinciktir ve önemlisi bütün canlıların yaşam alanı, yuvasıdır. Tıpkı kimi yapılar gibi!

İki haftayı aşkın bir süredir Balçova’daki Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri 10-15 kişilik guruplar halinde, eğitim yuvalarını korumak için nöbet tutuyorlar. Başta öğretim öğeleri, sahne ve sanat insanları olmak üzere, Balçova esnafının da desteğini alan öğrenciler, direniyorlar! Aslında çok sıradan bir isteği, kurumlarına ve ülkeyi yönetenlere anlatmaya çapalıyorlar; binamızı yıkmayın, depreme dayanıklı hale getirin!

GSF binası modüler bir yapı olduğu için, rahatlıkla bir bölümünü kapatıp, eğitme hiçbir biçimde ara vermeksizin yerinde güçlendirme yapılabilir. Konservatuar bölümü binadan taşındığı için bu çok daha kolay gerçekleşebilir. Nitekim Büyük Şehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in bu yönde bir çağrısı da olmuştu.

Bu sıradan istek, öylesine farklı anlayışsızlık ve kalıplara çarparak parçalanıyor ki, bu parçalanış, aslında pek çok sanat öğrencisini de derinden parçalıyor!

Efendim yıkım raporunda; “GSF’nin altında termal su var, bu termal su temeli yıprattığı için, bina depreme dayanıksız hale gelmiş”, “bina bir bütün olarak depreme dayanıksızdır, yıkılacaktır.” deniyor.

Soruyorsunuz; “2004’de deprem yönetmeliğine uygun biçimde yapılan Özdemir Nutku Sahnesi’ni niye yıkıyorsunuz o zaman?” e o da dayanıksız diyorlar!

Peki öğrencileri taşıyacağınız rektörlük binasının yahut diğer bütün binaların, hatta bütün devlet binalarının “depreme dayanıklıdır” belgesi var mı? Diye soruyorsunuz, sonuç elbette sessizlik ve hüsran oluyor!

O zaman yıkım raporunun kendisini görebilir miyiz? Diye soruyorsunuz, hayır göremezsiniz, ancak “özetini” görürsünüz diyorlar! Buradan da ister istemez hazırladıkları rapora kendileri de mi güvenmiyor sonucu çıkıyor kuşkusuz!

O zaman şu sorulara yanıt aramamız gerekmez mi? GSF’nin yüz metre ilerisinde hastane var, onu da mı yıkacaksınız? Yahut daha birkaç yıl önce yaptığınız çocuk hastanesini de mi yıkacaksınız? Toplantı Salonunu, derslikleri ve diğer binaları da mı yıkacaksınız? Hayır efendim diyorlar, onları yıkmayacağız; ille de GSF binasını yok edeceğiz!

Burada iyi niyet aranabilir mi? Bilemedim ama rant aranabilir. Öyle çok söylenti var ki, söylentilerin bütününe kulak kabartsanız, akıl sağlığınız bozulur. Fakat önemli bir kaynaktan aldığım bir duyum var ki, bütün o söylentileri çöpe atarak, gerçeğin biraz olsun kapısını aralıyor; iktidar gücüyle hareket eden bir grup, burada bir termal tesis yapacakmış… Daha çok sağlık termali merkezli düşünülen yapı, içinde termal eğitim, fizyoterapi bölümlerinin de olduğu bir “külliye”imiş.

neden bütün yapıyı yalnızca sağlık tesisine (otele) dönük yapmıyorlar; burada ince bir durum var. GSF binasının üzerinde kurulu olduğu arsanın bir bölümünü bağışlayan ailenin “güzel sanatlar eğitimi yapılması” koşulu varmış protokolde. Bu madde aşılamadığı için, 9 Eylül Üniversitesi Rektör’ü; “elbette orada eğitim yapılacak” türü açıklamalar yapmıyormuş… En azından bizim kuşların bize anlattıkları bu yönde.

Yani minareyi çalanlar, elbette kılıfını da dikiyorlar… Fakat İzmir ve 9 Eylül ve Güzel Sanatlar okuyan bunca öğrenci hepimizindir. İzmir’in soluğunu, öğretim üyelerinin çırpınışını ve çocuklarımızın sesini duymamız gerekmez mi?

Efendiler! Bırakın öğrencileri ve anıları için acı çeken öğretim üyelerini cezalandırmayı!

Bırakın sahnesini, dersliğini kaybetmemek için geceler boyu okulunu bekleyen öğrencileri cezalandırmayı!

Siz Güzel Sanatlar Fakültesi mensuplarının şu feryadına kulak verin:

“Yarım yüzyıla yakın süredir Türkiye’nin ve İzmir’in kültür-sanat yaşamına büyük katkıları olan okulumuz Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, yıllar önce Alsancak’tan Narlıdere’ye taşınmıştı. Şimdi de Narlıdere’de kök salmış geleneğinden koparılarak sanat eğitiminin imkânsız olduğu, rektörlük için tasarlanmış bir binaya taşınması isteniyor. Bu düşünce, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ölüm fermanından başka bir şey olamaz.”