Mülkiyet hakkı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesinde ve devamında düzenlenmiştir. Mülkiyet hakkına sahip kişi, mülkiyetinde olan nesneyi kullanma, başkalarına devretme, tahrip etme, nesnenin ürünlerinden yararlanma yetkilerine sahiptir. Mülkiyet hakkı günümüz hukuk sisteminde pek çok sınırlamalara da maruz kalmıştır ve bu nedenle dokunulamaz değil sınırlandırılabilir bir hak olarak kabul edilir. Bu hukuki tanımlamayı ve aşağıda ifade edeceğim düşüncelerimi ‘RANT İÇİN DEĞİL, HALK İÇİN İNCİRALTI’ başlıklı makaleme gelen çeşitli eleştiriler için verdim.

Aynı makalemde İnciraltı topraklarının yaşamış olduğu problem ve sorunları da tarihsel sıraya göre gayet açıklayıcı bir şekilde işledim. Çiftçilerimizin yaşadığı problemleri ve onların sorunlarına çözüm odaklı projeleri geliştirilip ekolojik bir tarım sisteminin İnciraltı’nın verimli tarım arazilerinde gerçekleşebileceğini bir ziraat mühendisi ve tarım emekçisi bir çiftçi olarak Anayasanın 44. ve 45. Maddelerinin gereklerini hayata koyup onları destekleyebilecek tüm imkanları sunan idari bir anlayışla mümkün olabileceğini de bilmenizi istiyorum. Aynı zamanda da bu toprakların özel mülk olması, suyunun kalitesizleşmesi, otoyolun geçmesi, binaların dikilmesi, mangalcıların olması, düğün salonları vb işletmelerin olması tarım arazisi olmadığı anlamına gelmeyeceğini açıkça ifade etmek isterim. (Benzer bir davanın görüldüğü sonuç kısmında Hâkimin kararında dediği gibi; burada mevcut yapıların olması bu alanın sit alanı olmaması anlamına gelmeyeceği gibi aksine eski haline getirilmelidir)

Bir ziraat mühendisi, sahada bir fiil aktif üreten bir çiftçi, sürekli halk içinde hayatını kazanmaya çalışan bir esnaf yahut en sade bir vatandaş olarak; bu verimli tarım arazilerinin amacı dışında kullanılmamasını istemek en basitinden vatandaşlık görevimdir diye düşünüyorum. Ayrıca bu topraklar üzerindeki hak sahiplerine kanunlarca sınırları belirlenmiş mülkiyet hakkı gibi, 5403 sayılı Toprak Koruma Kanunu da aynı yasal gücü bizim gibi git gide azalan tarım topraklarının farkında olan vatandaşlara bu toprakları koruma görevi verdiğini de düşünüyorum.

‘Zira Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığının Onuncu Kalkınma Planı çerçevesinde, Tarım Arazilerinin Sürdürülebilir Kullanımı Çalışma Raporunda belirttiği gibi; nüfus artışı, küresel ısınma, iklim değişiklikleri ile suya dayalı ihtiyaçlardaki artış, özellikle tarımda kullanılan su kaynaklarını olumsuz yönde etkilemektedir. Önümüzdeki 75 yıl içinde dünya nüfusu iki kat artış gösterecek olmasına karşın, dünya genelinde tarım arazisi sadece yüzde on oranında artış gösterebilecektir ve bu artışın da büyük bir kısmı tuzluluğun çok yaygın olduğu yarı kurak ve kurak bölgelerde olacaktır. Bu tablo doğal kaynakların sürdürülebilir yönetiminin ne denli elzem olduğunu ortaya koymaktadır.

(Ülkemizin ise Tüik verilerine göre 2002 yılından 2019 verilerine göre toplam ekilip dikilebilen tarım alanlarının (ekili, dikili ve nadas da dahil)  35 milyon dönüm, yani 3.5 milyon hektar alan tarımsal amaç için kullanılmaktan çıkmıştır. Bu alan Trakya’nın yüz ölçümünün iki katı kadar bir alandır. Hatta Trakya’nın toplam tarım alanının 3 katı kadar bir alanı ifade etmektedir.)

Coğrafi yapısı ve ekolojik koşulları nedeniyle tarımsal üretimde miktar ve ürün çeşitliliği yönünden büyük bir potansiyele sahip ülkemizin bu alanda uluslararası rekabette varlığını kanıtlaması ve sürdürülebilmesi bakımından tarım arazilerini de içine alan bu gibi doğal kaynakların akılcı ve planlı bir şekilde kullanılması hayati bir önem taşımaktadır.

Sahip olunan kaynakların etkin ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılması, ekonomik kalkınmanın sağlanması bakımından önemli bir husustur. Ekonominin ana sektörlerinden olan tarımın en temel sermayesi olan toprak, diğer üretim faktörlerinden farklı olarak yeniden üretilemez nitelikte olduğundan, sürdürülebilir kullanımı özel bir önem taşımaktadır.

Bununla birlikte, bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşların arazi yönetimi ve kullanımı konusundaki yetki ve sorumlulukların net bir şekilde ortaya konulması tarımsal arazi yönetimine ilişkin olarak merkez ve taşra düzeyinde güçlü bir kurumsal yapının oluşturulması gerekir.

Ayrıca arazi ile ilgili mevcut mevzuattaki çelişkilerin giderilmesi ve tarımsal yapıda istenilen iyileşmenin sağlanabilmesi için arazilerin parçalanmasının önüne geçilmesi, işleyen bir tarım arazisi piyasasının da tesis edilmesi elzemdir. Bu bakımdan tarım arazilerinin alımı, satımı, bu konuda kredi temini, ortakçılık, kiracılık işlerinin düzenlenmesini ve arazilerin üretime yönlendirilmesini sağlamak amacıyla ihtiyaç duyulan yasal ve kurumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.’ der Kalkınma Bakanlığının Kurulu.

Bu nedenlerden ötürüdür ki ısrarla ‘RANT İÇİN DEĞİL HALK İÇİN İNCİRALTI’ saygı ve sevgilerimle.