Cumhuriyet Halk Partisi, İzmir eski milletvekili Zeynep Altıok, Mart 2019'da yapılacak seçimler hakkında Birgün gazetesinde yayınlanan bir yazı kaleme aldı. 2019 yılında yapılacak olan yerel seçimlerin genel seçim havasında geçeceğini öne süren Altıok, "Önümüzdeki seçim, doğru bir strateji ve söylem bütünlüğü içinde yönetilebildiği takdirde hem ‘Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ ve hem de ‘Erdoğan’ için bir “güven oyu” algısı yaratabilecek potansiyel taşımakta. Sonuç, muhalefetin aldığı oy oranı ve başarıya bağlı olarak yeni bir ‘erken genel seçim’ seçeneği sunabilir ve ‘laik, demokratik hukuk devleti’ anlayışının daha sağlıklı işlediği gelişmiş bir parlamenter sistemin önünü açabilir." ifadelerini kullandı.

İşte Altıok'un yazısının tamamı;

Türkiye’nin ekonomik açıdan yaşadığı büyük çöküş, bağımsız yargının geldiği durum ve tasfiye edilen Meclis tartışmaları, dış politikadaki yalpalama ve belirsizlikler, özellikle son yaşanan “papaz pazarlığı”, Suudi gazeteci cinayeti gibi örneklerle AKP’nin kendi seçmeninde oluşan büyük rahatsızlık ve artık gizlenemez hale gelen dışa bağımlı ve güçsüz iktidar imajı “yerel seçimlerin” bir “genel seçim” havasında geçeceğini gösteriyor.

Önümüzdeki seçim, doğru bir strateji ve söylem bütünlüğü içinde yönetilebildiği takdirde hem ‘Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’ ve hem de ‘Erdoğan’ için bir “güven oyu” algısı yaratabilecek potansiyel taşımakta. Sonuç, muhalefetin aldığı oy oranı ve başarıya bağlı olarak yeni bir ‘erken genel seçim’ seçeneği sunabilir ve ‘laik, demokratik hukuk devleti’ anlayışının daha sağlıklı işlediği gelişmiş bir parlamenter sistemin önünü açabilir.

Bu noktada o malum soruyu soralım; ne yapmalı?

Bu nesnel koşullar altında tüm milletvekili ve PM üyelerinin yerel seçimlerde aday olma veya aday belirleme hevesini bir yana bırakıp ve önümüzdeki sürece dair yerel seçim=güvenoyu algısının altyapısını oluşturmak için sahada çalışması ve adayların kim olduğundan bağımsız CHP’nin yerel yönetim. başarı öykülerini yaygınlaştırmak, anlatmak ve talep yaratmak üzere “asal görev alanlarında” sistemli bir çalışma yürütmeleri büyük önem taşıyor. Özellikle tek adamlık uğruna erken seçimle yola çıkıp parlamento çoğunluğunu kaybetmiş bir iktidar karşısında ana muhalefet partisinin koltuk sayısını azaltmak elbette çok kritik ve veri destekli istisnai koşul oluşmadıkça akıl ve mantık dışıdır. Toplumsal sorunların tavan yaptığı her gün somut kıyımların yaşandığı günlerde mağdurların ve direnenlerin bulunduğu yerlerde olmak, yanyanalık, erişilebilirlik, eşitlik iktidar partisinin onlara veremediği belki de en somut duygu.

Güzel olan şu ki bugün CHP milletvekilleri ve PM üyeleri il il ekonominin geldiği durumu, yakıcı sorunları anlatarak bu çalışmayı yapmakta. Genel başkan ve İstanbul il başkanının milletvekillerinin adaylaştırılmayacağı yönünde de net açıklamaları var. Bu nedenle CHP’yi aday yarışı ile kısıtlı bir yere hapsetmek için üretilen yandaş haberler ya da tartışma yaratmak, haber okunurluğu artırmak, internet tıkı kazanmak için üretilen anket sonuçları üzerinden isim spekülasyonları karşılıksız ve boştur. Aday belirleme sürecinde şu ana kadar bir metodoloji/yöntem açıklanmasa da, adayların demografik/kültürel/siyasi dengeler perspektifinde ideolojikolarak donanımlı, yerel ve genel ölçekte politika üretebilecek ve buna kitleleri ikna edebilecek ‘partili, halkçı, solun ahlakı ve sosyal adaletine bağlı’ bir profil üzerinden tercih edilmesi ikinci öncelik olmalıdır. Theodor Adorno “Dil düşüncenin yansımasıdır, dili değiştirmeden düşünceyi değiştiremezsin” der. Bu çerçevede ana muhalefet partisinin ve adayın siyasal reklam/propaganda /iletişim kampanyasının insanı ve toplumu değiştirip dönüştürecek olan sol düşünce/söylemle ve emanet edildiği yerden aydınlanma devrimlerini sürdürecek şekilde kurgulanması ve yansıtılması gerekir. Sağ iktidarın toplumsal örgütlemesini ele geçirdiği tüm ideolojik aygıtları kullanarak yeniden düzenlediği ortamda onun dayattığı milliyetçi, dinci ve mezhepçi bir dilin “esiri” olmak yerine sahici ve CHP’yi farklı kılan Cumhuriyet değerleri ile kendi gibi konuşan ve böylece güven veren bir dil benimsenmelidir.

Statüko karşısında evrensel demokratik değerler ölçeğinde sol-sosyal demokrat düşünce temelinde bir siyasi söylem oluşturulabilir. Bu söylemi toplum bazında kuvvetli ve temelli argümanlarla yaygınlaştırarak, mevcut olumsuz ve kötünün yerine iktidarın sahiplendiği ama yok ettiği eşitlik ve özgürlüğü koyarak bunu koruyacak programları anlatmak yeterli olacaktır. Tam bu noktada Refah Partisinin çıkış dönemlerinde Kürt sorunu, inanç sorunu ve insan hakları konusundaki radikal söylemlerini ve siyasi yükselişini hatırlayalım. Bir seçim öncesi MHP ile ittifak yapan RP, bir sonraki dönemde statüko karşıtı söylemler üzerinden yeni bir kimlik oluşturarak iktidara ulaştı. Solun vaatleri, kavramlarıyla özgürlük/darbe karşıtlığı vurgularıyla baskıcı rejimi önümüze koydu ve bugün “yeni sistem” örtüsüyle rejimi dönüştürdü. Bugün çiftçisinden öğrencisine, emeklisinden ev kadınına, işçisinden memuruna kadar doğru ve işlevsel projeler sunulmasına rağmen, seçmen bazında kabul görmemesinin sebeplerini korkusuzca tartışmak gerek. İşte tam da bu noktada ülkenin üstüne her anlamda çökmüş baskıcı ve gerici iktidarın elimizden aldıklarını bize verebilecek olan ve sağın/iktidarın değerleri ve dili ile sağlanamayan güveni deneyimler üzerinden sağlayabilecek en önemli kanal yerel yönetimlerdir. Mevcut sorunların yakıcı sonuçlarını en aza indirecek çözümler üreterek mağdur edilen her kesimden insana farklı alanlardan değebilecek ve erişebilecek olan yerel yönetimlerin en önemli görevlerinden biri de “bir arada ve eşit yaşama” kültürünü bir deneyim olarak sunmak ve uyuşturulan toplumun eğitime, bilgiye, üretime kavuşması için kendiliğinden dönüşüm aracı olmaktır. Bu bağlamda yerel yönetimlerin sivil toplum temsilcilerine kulak vererek ve iletişimde kalarak birlikte çalıştığı bir koşul bizi özlediğimiz yaşama kavuşturacaktır.

Önümüzde bizi bekleyen yerel seçimlere tam buradan bakmalıyız. Ana muhalefet başta olmak üzere siyasi partilerin bu seçimin önemini kavrayarak yasakları meşrulaştıran iktidarın karşısına bu kez kendi rutinlerini kırarak öğretilmiş çaresizliği yenecek bir fark ile çıkması gerekli. Seçmen nezdinde Sosyal Demokrat Belediyelerin mevcut başarı öykülerini görünür kılmak çok önemli bir adım olacaktır. Kimi zaman yaşamın içinde “normal” görülen ancak günümüz koşullarında bir ayrıcalığa dönüşen hizmetleri ve memnuniyet sebeplerini sahiplenmek, haklı gururunu paylaşmak farkı yaratacak olan adımlardan biri. Doğal hizmet gibi algılanan kimi ayrıcalıkların başka yerlerde yokluğunu ve yakında yok olabileceğini düşündürmek; koruyucu ve geliştirici olabilmek için çalışmak; sağlanabilmiş çözümleri Türkiye’nin her köşesi için önermek, yaygınlaştırabilecek gücü hissettirmek, güven vermek gerekli. Yurttaş mutluluk endeksinin en yüksek olduğu yerlerin nedenleri de içeren sunumu bile tek başına bir seçim kampanyasıdır. Kırsal kalkınmada, kentleşmede, kültür ve sanat alanlarında doğru uygulamalar ortaya koyan sosyal demokrat belediyeler bize bu imkanı fazlasıyla tanıyor. Yeter ki bizi mevcut kötüden farklı kılan sol ve sosyal demokrat değerleri, bu değerlerin sağladığı/sağlayacağı yaşamı sahiplenerek kendimiz gibi anlatalım.

Editör: Haber Merkezi