“Depremler oluyor yüreğimde, içinde siren sesi var.”

AKP iktidarının cemaatler ve tarikatlarla el ele çıktığı yolda siyasal ideolojisi doğrultusunda hedefi büyük bir toplumsal dönüşümdü. Kervan yoldayken bu dönüşümü kişisel iktidarının kalıcılığı için bir araç olarak gören tek adamın, yakın çevresine yuvalanan çıkar odaklarıyla birlikte büyük bir vahada konaklamasıyla birlikte her şey değişti. Önce çadırlar satıldı büyük bir saray inşa edildi. Develer satıldı koruma ordularına araç filoları alındı. İdeolojik dönüşüm artık iktidarı kalıcı kılmak için de faydalı bir araçtı. Toplumun sorgulamadan itaat eden hizmetkârlara dönüşmesi sağlanmalıydı. Bunun da yolu bilimi, sanatı, eğitimi ve üretimi değil; damadı, ilkokuldan yakın arkadaşı, yastık atını zenginleştirmekten geçiyordu. Tebânın değil sadece bu klanın hayatta kalmasını ve yaşamdan kâm almasını sağlamak yeterliydi.

İZ DERGİ'NİN TAMAMINA AŞAĞIDAKİ DOSYA LİNKİNDEN ULAŞABİLİRSİNİZ

İZ DERGİ 2021 MAYIS kopyası.pdf

Dönüşüm planı kişiselleşmiş de olsa tam gaz devam ediyor. Salgın umreden gelenlerin karantinaya girmemesi ile yayıldı, AKP kongreleriyle yerleşti. Bu kulluk sınavı inşallah, maşallah diye diye ölüm fermanına dönüşünce zorunlu yasaklar devreye alınmış gibi yapıldı. Yine de esnafa, üreticiye, emekçiye devlet eli uzanmazken vatandaşa ek çile getiren salgın 5 yandaş müteahhite vergi affı, yeni ihaleler avantaj sağlamaya devam ediyor. Diyanet Vakfı pandemi döneminde kirasını ödeyemeyen kiracıları icraya verirken ramazanda sözde kapatılan camilerde yeterince virüs yayılımı olmaz belki kaygısıyla vatandaşa teraviyi evde cemaatle kılmayı tavsiye ediyor.

Açıkça görülüyor ki ülkeyi kötü yöneten bu iktidarın kültürel ve bilimsel birikimsizliği, eğitimsiz kadroları kriz yönetimini dahi devreye alamayacak kadar körleşmiş. AK gençlik kefeni reis uğruna zaten giymiş olduğundan olsa gerek Covid 19’dan sadece reisin korunmasının lüks otomobillerde pudra şekeri koklayıp, para saçmaya devam edecekleri yarınları garantileyeceğini düşünüyor. Oysa pandemiyle birlikte tüm dünyanın silkelenerek yok saydığı gerçeklerle yüzleştiği bir dönemdeyiz. Virüsler, iklim krizi, afetler, yok olan kaynaklar, tükenen nesiller derken dünyaya zaman kazandıracak önlemleri idrak edebilen, bilimsel veriler ışığında bugünden geleceği planlayabilen ülkelerin halkları hayatta kalacak. Kapitalizmin, neo liberalizmin hasarının, rejimlerin sorgulandığı bir yeni dönemdeyiz. Yani değişim, dönüşüm zorunlu.

Küresel sorunlar elbette en fazla az gelişmiş ülkeleri, kırılgan ekonomileri tehdit ediyor. Gerçeğin karşısına bağnazlıkla çıkan, içe dönük bir yozlaşmayla toplumu tüm insani değerlerinden kopartarak kendi çıkarı uğruna gözden çıkaran bir liderin gece yarıları imzaladığı fermanlarla yönetilen bizler için dönüşümün gereği ve önemi çok daha fazla.

İktidarın afetle mücadelesini kaygıyla izliyoruz. Dönüşüm onlar için çok farklı bir anlam taşıyor. Geleceğimizin, yaşamın güvencesi ormanların, tarım arazilerinin, su kaynaklarının betona; olur olmadık yerlere kurulacak res, hes, jeotermal santrallerine, maden ocaklarına, barajlara, saraylara, ultra modern granit ve cam yığınlarına dönüşmesini istiyor ve doymuyorlar. Ekolojik dengeyi düşünmeksizin yok ettikleri doğanın, av rantına kurban ettikleri canlıların, kuruttukları nehirlerin kendi ömürleri dâhil geleceği koruduğunu anlıyorlar anlamasına ama batan ekonomiden çıkış için çözüm üretebilecek birikimden yoksun oldukları için reisin varlık fonuna, merkez bankası kasasına para bulmanın tek yolunu daha fazla değeri dönüştürmekte buluyorlar. Her istediklerini yapabilmeleri için toplumu da dönüştürmek gerekiyor. Etnik kökeni, inanç farklılıkları, yaşam tarzı ve kültürleriyle kendi mezheplerine uymayanları dönüştüremezlerse sürgün etmek, hapsetmek, yok etmek istiyorlar. İnsanlığı, vicdanı, örf ve adetlerin dayanağı iyilik ve dayanışmayı koşulsuz biata dönüştürmek işlerine yarıyor. Sürdürülebilirlik, kalkınma, refah, istihdam diyerek halka yalanlar söylüyorlar. İşte bu noktada sürdürülebilir kıldıkları tek şey faydalı, iyi ve güzel olanı ranta dönüştürmek. Yerleştirmek istedikleri kültürel dönüşüm ve rant için ürettikleri çözümlerden biri hizmet sosuna bulanmış kentsel dönüşüm çalışmaları.

Kentsel dönüşüm var olanın yıkılıp, yandaş müteahhit firmalara, Toki’ye kaynak yaratmak üzere yeni ve kimliksiz gökdelenlerle ikame edilmesi demek değil elbette. Kentler tarihleriyle, geçmişin izleriyle yurttaşların kimliğini, aidiyet duygusunu pekiştiren alanlardır. Çağın gereklilikleriyle yenilenerek, gelişerek planlı bir büyümeyle geleceğe dönük projeler kurmak mümkündür. İktidar, kentsel dönüşüm vaadiyle yerinden yurdundan edilip kentin dış çeperlerinde alışık olmadıkları kapalı alanlara sürgün edilen Sulukule sakinlerinin uyum sorunundan, mutsuzluğundan ders çıkartmamış olsa gerek aynı yöntemleri benimseyerek dayanaksız dayatma ve dönüşüm projelerini bir bir devreye alıyor. Oysa kent belleği sadece binalarla değil yaşanmışlıklarla, toplumun itirazlarına, mutsuzluklarına kulak vererek yaşar. Öğrenmeyi de sağlar, sağlamalı.

Kentsel dönüşüm ihtiyacı elbette yadsınamaz. Özellikle deprem tehdidi kapıdayken. Bu anlayışın yıllarca yok ettiği topraklar, malzemesi çalınarak inşa edilmiş denetimsiz yapılar, çarpık kentleşme, plansız büyüyen şehirler depreme, olası afetlere nasıl dayanacak? Yakın zamanda yaşadığımız İzmir depremi bilinenleri bir kez daha gözler önüne serdi. Öngörülen büyük İstanbul depremini korkuyla bir kez daha hatırlattı.

İzmir depremi iki farklı yönetim anlayışını tüm açıklığıyla göz önüne serdi. İzmirli canıyla sınanırken karşısında önce erken müdahale ve yardım planlarıyla, sonra da kalıcı, planlı ve uzun vadeli çözümlerle çalışan İzmir Büyükşehir ve ilçe belediyelerini buldu. Deprem alanına aynı gece depremden saatler sonra kurulan ilk afet çadırları ve sıcak çorba üniteleri Büyükşehir belediyesinindi. Elbette merkezi iktidarın, Afad’ın getirdiği yardımı yok sayacak değiliz ama öne çıkan bir başka unsur vardı ki onu kabul etmek mümkün değil. Yarış ve görünür olma isteği vicdanlarda unutulmayacak görüntüler yarattı. Büyükşehir çalışanları, itfaiye ve zabıtaları engellendi, tartaklandı, hatta belediyelerimizin ve sivil toplum kuruluşlarının çadırlarının kaldırılması talimatıyla birlikte şiddet uygulanarak bazı yardım stantlarına müdahale edildi. Yardım tekelleştirilmek istendi. Bakan Pakdemirli enkaz üzerinde telefon şov yaparken, siyasiler ve korumaları zamanla yarışan Akut ve Afad çalışanlarını engelledi. Enkazdan kurtarılan çocuğun sedyesi kameralar önünde sahiplik yarışı için çekiştirildi. Hizmet ve yardım söz konusu olduğunda anlayış, yaklaşım ve öncelik farkı çarpıcıydı. Depremle birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi, pandemi sürecinde belediyelerin yardımları yasaklanırken devreye soktuğu Halkın Bakkalı üzerinden büyük bir dayanışma örgütleyerek gıda, erzak, hijyen ve uyku tulumu içeren deprem yardım paketlerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırdı. Bu kapsamda 10 bin 492 kişilik giyim, 2 bin 529 gıda paketi, 15 bin 266 kişilik hijyen malzemesi ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmıştır. Bir Kira Bir Yuva dayanışmasıyla toplam 42 milyon 649 bin liralık bütçeyle 4 bin 463 aileye barınma olanağı sağlandı. Toplanan para kadar ek bütçeyi üstlenen belediyemizin dayanışma ve hizmeti birleştiren vizyonu sayesinde depremin üzerinden bir ay bile geçmeden İzmir’deki son çadır sökülmüş tüm depremzedeler, bir yuvaya kavuşturulmuştu. Depremzede vatandaşların yeni evleri için koltuk, beyaz eşya gibi farklı kalemlerde her türlü ihtiyacı karşılandı. Uzundere’de inşaatı biten İzmir Büyükşehir Belediyesine ait dört bloktaki 224 konut depremzedelere tahsis edildi. Bu ailelere 1 yıl süreyle oturacakları bir protokolle karşılıksız olarak açıldı. Tamamı yeni eşyalarla tüm ihtiyaçları karışlayacak şekilde (beyaz eşya, küçük ev aletleri dahil) döşenen bu evlerden ayrılan vatandaşlar eşyaların tamamını beraberlerinde götürecek. 1 yılın sonunda imkânı olan ve talep edenler kolaylaştırılmış koşullarla bu evlere sahip olabilecekler. 'Depremde evi zarar görmüş hiçbir yurttaşımızın hak kaybına uğramasına izin vermeyeceğiz' diyerek yola çıkan Büyükşehir ekipleri riskli yapıların dönüşümü için bütçeden 200 milyon liralık kaynak ayırarak hızla adım attı. İnşaat Mühendisleri Odası ile protokol imzalayarak çalışan belediye başkanımız Tunç Soyer kentin gerçeklerini görerek çalışmalarını alışmadığımız ama olması gereken şekilde uzman meslek odalarıyla ve sivil toplum dayanışması ile büyüttü, nitelikli ve kalıcı çözüme erişimi yaygınlaştırdı. Bilgi teknolojileri ve dijitalleşmenin sağladığı imkânlardan faydalanarak olası bir depremde çok daha hızlı müdahale edip daha fazla hayat kurtarmayı mümkün kılacak “Acil İzmir” mobil uygulamasını geliştirerek uygulamaya açtı. Bu uygulama olası bir deprem sonrası yurttaşların telefona ulaşamadıkları durumlarda dahi uzaktan seslenerek “Beni Bul” komutuyla ya da “Enkaz altındayım” butonu ile otomatik olarak yardım çağrılarını ve konumlarını İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye yetkilileri ile paylaşabilmesini sağlıyor. İzmir’de 248 hektarlık alanda büyük dönüşüm seferberliği yürütülüyor.

Tüm bu yaklaşımlara bakarak üst üste afetlerle sınanan yerel yönetimlerin başka bir anlayış ve mağduru, ihtiyacı olanı hangi tercih ve kimlikte olursa olsun, hangi partiye oy verirse versin ayırmaksızın eşit hizmet anlayışıyla çalışarak yurttaşlarına başka bir deneyim yaşattığını söyleyebiliriz. Oysa diğer yanda deprem için farklı illerden gönderilen yardım paketlerini biriktirip saklayarak ramazanda partisi ve belediyesi adına dağıtarak minnet peşinde koşan başka bir anlayış var. Bu anlayış devletin öz kaynaklarını şeffaflığı olmayan karar ve aktarımlarla Varlık Fonu’na, saray kasasına aktaran; afet, salgın gibi koşullarda hizmet götürmekle yükümlü olduğu yurttaşından da iban aracılığıyla para toplayan bir anlayış. Sağlık emekçilerini dahi koruyamazken, kuryelerden önce futbolcuları aşılayan bir anlayış. Pandemi sırasında bırakın aşıyı, maske gibi en temel bir malzemeyi bile karşılıksız sunmazken ‘din kardeşlerimiz’ diyerek başka ülkelere aşı yardımı yapmakla böbürlenen, buradan iktidarının güçlü olduğu algısı yaratmayı can kurtarmaya yeğ tutan bir anlayış.

Evet dönüşüm şart. Bu dönüşüm vatandaşın canıyla ve açlıkla sınandığı bir dönemde, devlet kasasından 128 milyar doları buharlaştıran, şakşakçılarına asgari ücretin 18 katı maaş veren, halk sağlığı için gerekli önlemleri almayan bir anlayış lehine olmayacak.

Yarınlar bizim.

Nisan 2021 / Urla

Editör: Haber Merkezi