GÖNÜL SOYOĞUL/ İZ GAZETE- Anavatan Partisi’nden (ANAP) 1984-1989 döneminde, Doğru Yol Partisi’nden (DYP) 1994-1999 döneminde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilip iki dönem kente hizmet veren Burhan Özfatura’yla Rapor ve Yeni Asır gazetelerinde danışmanlık, yazarlık yaptığı dönemlerde değil, onun başkan benim de belediye muhabiri olduğum 85’te tanıştım ilk kez.

Koltuğunu Çakmur’a devredinceye kadar, muhabir olarak toplantılarını izledim, yurt içi, yurt dışı gezilerine katıldım, sayısız haberine imza attım. (Yaptığım haberlerden az fırçasını yemedim) İkinci başkanlık döneminde sahada değil, yazı işlerinde masa başındaydım. Ama irtibatımız hiç kesilmedi, bazen röportajla, bazen telefonla hal hatır sorarak, sevgiyle, saygıyla hep sürdü.

Nevi şahsına münhasır, fazlasıyla dobra, kendi ifadesiyle gıcık, çalışkan, dürüst… Yaptıkları yapmadıkları, hizmetleri elbet tartışılır, övülür, eleştirilir. Yıllarca tanığı olduğum şefkati, babacanlığı, insan sevgisi, yardımseverliği asla…

Epeydir aklımdaydı, yeni kitabı ‘Yaşadıklarım, Unutmadıklarım, Yazdıklarım’ kitabı vesile oldu. 554 sayfalık kitabın tamamını bitirmeden, uzun süredir kendini vakfettiği Zihinsel Özürlüleri Yetiştirme ve Koruma Vakfı binasının yolunu tuttum. Susmayan telefonlar, kesilmeyen ziyaretçiler arasında söyleşiden çok, sohbet ettik diyelim. ‘Manevi kızım’ diye imzaladığı, geliri ‘Engelli Bireyleri Koruma ve Eğitim Vakfı’na bağışlanacak kitabıyla başladık, ülkeyle devam ettik, İzmir’le tamamladık.

“Konak Belediyesi’nin katkıları, Burhan Özfatura ve ekip arkadaşlarının, yardımseverlerin maddi manevi çabalarıyla her geçen gün daha iyiyi hedefleyen Zihinsel Özürlüleri Yetiştirme ve Koruma Vakfı ile ilgili haberi bir başka gün İz Gazete’de bulacaksınız, lütfen desteğinizi esirgemeyin” notunu düşüp sohbete geçiyorum.

‘ATATÜRK’E MÜTEŞEKKİRİZ’

Kitapta uzun uzun anlatmışsınız ama henüz almayanlar, benim gibi alıp henüz tamamlamayanlar için özet geçelim; “Yaşadıklarım, Unutmadıklarım, Yazdıklarım” kitabınızla neleri kayda geçmek istediniz?

Şimdi Allah bana layık olduğumdan fazlasını verdi. Yani benim rahmetli babam ilkokul hademesiydi. Biz Rumeli'de zenginmişiz ama buraya gelince hürriyetimize kavuşmuşuz. Atatürk'e, kendisine müteşekkiriz. Bizi mübadelede yirmi üç ya da yirmi dörtte buraya getirmiş. Özgür ama fakirdik. Ama hiç sonra fakirlikten şikâyet etmedik ve devlet baba beni parasız yatılı burslu okuttu. İzmir halkı da iki dönem belediye başkanı olarak seçti. Ve rahmetli Özal'dan Demirel'e, Türkeş'ten diğerlerine kadar birçok önemli kişiyle de çalışma imkânım oldu. Birtakım birikimlerimiz, tecrübelerimiz oldu. Bunları paylaşmak istedim.

‘AKP DENETİMİ SIFIRLADI’

Yoksulluk, iyi bir eğitim almanıza engel olmamış, zamanımızda neredeyse imkânsız maalesef…

Bu ülkede AKP'den önce sınıf farkı yoktu. Yani ilkokul hademesinin oğlu; hesap uzmanı, başbakanlık müşaviri, üniversite hocası, belediye başkanı olabiliyordu. Ve bizim zamanımızda liyakat esastı. Yani biz hesap uzmanları kuruluna girdiğimizde 1964 yılında bilirdik ki Maliye Bakanlığı'nda eğer belirli performans gösterirsen bakanlıkta daire başkanı olursun, sonra gelirler genel müdür yardımcısı ya da diğer muhasebe genel müdür yardımcısı, sonra da genel müdür yani bunlar belliydi. Ve kim olursa olsun hangi parti olursa olsun bize kimse karışmazdı. Yani hesap uzmanlarına, maliye müfettişlerine ve gelirler kontrollerine hiç kimse karışmazdı, en küçük bir imada bile bulunulmazdı. AKP geldi. Önce hesap uzmanları kurulunu, maliye teftiş heyetini ve gelirler kontrollerini kapattı. Yani denetimi sıfıra indirdi ve ahlaksızlıklar da zirve yaptı.

Yani siz bir anlamda AKP’den önceki dönemi kayda geçirerek AKP'nin bu ülkeye ne kadar kötülük yaptığını, toplumu nasıl dejenere ettiğini mi kayıt altına almak istediniz?

Evet, çünkü bunların anlattığı İslamiyet'in özüyle hiç alakası yoktur. Şu an açık net söylüyorum, Türkiye bir Müslüman ülke değildir.

‘BEN HEP GICIKTIM’

Evet bunu kitabınızda uzun uzun anlatıyorsunuz ama siz ayrıca Gözlem gazetesindeki yazılarınızda da sık sık sözünüzü sakınmadan bunları yazmaya devam ediyorsunuz. Çok sayıda insan bir tweetten, hani ‘havada bulut sen bana ördek dedin’ gibi sudan sebeplerle gözaltına alınıyor, hakkında soruşturma açılıyor. Sizin başınıza herhangi bir şey geldi mi? Gelir diye korkmuyor musunuz?

Bu troller küfür, tehdit vesaire falan yapıyor. Benim inançlı bir anne babadan doğmuş olmamın verdiği bir avantajım var. Ben kendimi bildim bileli Allah’tan başka hiç kimseden korkmadım ve bir talepte bulunmadım. Ben diyorum ki bizim ruhlarımız yaratıldığında, Cenabıhak o ilahi kompütere, Levh-i Mahfuz'a her şeyimizi yazmıştır. Orada yoksa, yazmıyorsa bana kimse kötülük yapamaz. Orada varsa da kimse bana yardımcı olamaz. Bir de benim bir talebim yok bunlardan. Yani hiçbir iktidardan olmadı. Belediye başkanlığımda bile hep baskılarla falan aday olmak zorunda kaldım. Yani manevi taraflarımı gıdıklayarak ikna ettiler. Hem Turgut Özal hem Tansu Çiller. Yani bunlardan benim bir korkum yok. Ne olacak? Diyelim ki beni hapse attılar. E benim yanımda kitaplarım olursa, seccadem ve tespihim olursa yeter. Zaten benim hayatım F tipi hapishane. Ama şöyle bir şey var. İnançlı olmanız sizi korkusuz, cesaretli hatta bazen de fazlasıyla dobra yapıyor. Ben ilkokulda da böyleydim. Ortaokulda da böyleydim. Yani hep gıcıktım.

Biraz gıcıksınız doğru.

(Gülüyor) Gıcıkları severim ama. O da doğru. Bak gerçek dost kafayı öne değil arkaya sallayandır. Hadisi şerif var. Allah sevdiği yöneticilerin yanına açık sözlü danışmanlar lütfeder. Sevmediklerine dalkavuklar musallat eder. Ben bunu Turgut abiye söyledim, Demirel'e söyledim, Tansu Hanım'a söyledim. Tayyip'e de söyledim, Tayyip'in bilmesi lazım, imam hatip mezunu ama. Ne kadar bildiğini bilmiyorum. Sadece bilmek de yetmez. İcra etmek önemli.

‘300 BERAATIM VAR’

Demek ki bir anlamda onlar da sizden çekiniyorlar ya da halkın tepkisinden.

Ben zaten profesyonel sanık olmuşum. Defterdarlıktan itibaren hakkımda üç yüz küsur beraat kararı var. Belediye başkanlığından da. Ama çok şükür hiç kimse hırsız demedi. Ahlaka aykırı bir şey demedi. İcraatlarda kanunları biraz direkt geçmişiz. Hız kazansın diye. Allah'ı var. Hakimler de takdir etti ve hep beraat ettim yani.

‘HAKLARINI ZAYİ ETMEDİM’

Hemen hemen aynı dönemde, sizin kitabınızdan sonra da Aziz Bey'in kitabı çıktı. Genelde o da siz de yaptıklarınızı anlatıyorsunuz. Özellikle önem verdiğiniz projeleri. Keşke yapmasaydım dediğiniz, hemen aklınıza geliveren bir icraatınız var mı?

Mesela ilk dönemde ANAP'ın da kurucusu olduğumuz için parti işlerine de karıştık. Büyük hata. Hem zaman kaybı hem dost kaybı. Çok lüzumsuz belediye başkanı için. İkinci dönemde hiç karışmadım. Kongrelere bile ayıp olmasın diye gidiyordum. Mesela 1999'da seçimi kaybedeceğimiz belliydi. Hanım da onu açık açık söyledi, ben de biliyordum. Ama korktu demesinler diye aday oldum. Karizma çizilmesin diye.

2007 seçimlerinde Ana Yol diye bizi ikna ettiler ve ben hiç niyetim yokken aday oldum. Milletvekili adayı oldum. Ama sonra bizi hayal kırıklığına uğrattılar. Son iki gün hatta ben gittim Ankara'ya. Eee birbirine düşman iki tane kişi. Kesinlikle mümkün değil. Yani orada anında ayrılmam lazımdı. Ama ayrılmadım işte. Yani gene caydı, korktu dedirtmemek için. Ana Yol kurulsaydı aslında yüzde yirmilerde falan bir oy potansiyeli görünüyordu. Ama olmayınca kesinlikle barajın aşılamayacağını ben biliyordum. Mesela orada aday olmak da benim bir hatam.

Ama şunu biliyorum en azından benimle beraber çalışanların ya da bana iş yapanların hiçbirinin hakkını zayi etmedim, o konuda kimsenin ekmeği ile haysiyetiyle oynamadım.

Seçimlerde kime oy vereceksiniz? Millet İttifakı'ndan Kılıçdaroğlu'na mı, Meral Hanım'a mı?

Şimdi zaten beraber olacaklar. Yani o tamam. Sanıyorum diğer partiler de iştirak edecek Davutoğlu vesaire. Altı parti olacak. Şu an ben hiçbir partinin müntesibi değilim. Gösterdikleri adaya göre yani İzmir'de kimi gösterecekler? Meral Hanım bize yıllarca abi dedi hakikaten çok saygı sevgisi vardı. Ama ben ona bir iki kişi için ‘alma partine zarar verir’ dedim diye irtibatımız kesildi. Ama gene de ben onun başarılı olmasını gönülden istiyorum. Yani benim şahsi problemim, ülke için düşündüklerimin önüne geçmez.

İŞ DÜNYASINA BASKI VAR

İzmir’de iş dünyasının sesi eskiden yüksek çıkardı, şu son günlerde kısık da olsa bir şeyler söylüyorlar, bıçak kemiğe dayandı ama hala gür ses duyamıyoruz. Niye?

Şantaj. Onlar da korkak. Korkaklar, yani kendi çıkarları ülke çıkarlarından daha ön planda. Neden? Şimdi benim zamanımda Allah'ı var yani defterdarlık kontrol memurları dahil hiç kimseye politik amaçlı gitmezlerdi. Şimdi sen en dürüst mükellef olsan bile gelip şantaj yapıyorlar. Mali baskı var.

Sivil toplum örgütlerinin sesi çıkmıyor. Üniversitelerde bir iki istisna dışında oraya layık ilmi kapasitesi olan rektör var mı? Maalesef.

Peki ne olacak? Kim sesini çıkaracak? Sanayici korkuyor. Ticaret satın alındı. Medya zaten her anlamıyla baskı altında. Üniversite sus pus. Geriye kim kaldı?

Tabandan tavana gidecek. Demokrasi öyledir. Yani halkın 'artık yeter' demesi lazım. Çünkü kazık onlara batıyor.

Son döviz artışı sonrası İzmir'in iki belediye başkanından iki farklı tepki geldi. Tunç Soyer ‘Son döviz kurunun artışıyla bir tane metro istasyonunu kaybettik. Ama ne olursa olsun güçlü bir yapımız var. Yatırımları durdurmayacağız’ dedi. Aynı gün Bornova Belediye Başkanı Mustafa İduğ, ‘Kültür sarayının projesini iptal ettim' dedi. Böyle bir durumda siz de projeyi iptal etme yoluna mı giderdiniz yoksa projeleri sürdürür müydünüz?

Değişik yönden söyleyeyim. Ben şirketler dahil hiç kredi almadım. Yani döviz artışı vesaire değil. Ben bütün ihalelerimi anahtar teslimi yaptım.

İzmir Belediyesi'nin bütün şirketleri benim zamanımda kâr ediyordu. Şimdi maalesef aşırı istihdam sebebiyle hepsi zarar ediyor. Ve her sene normal ticaret kanununa göre iflas etmeleri lazım. Sermaye artışıyla ayakta kalıyorlar. Yani yatırımlara gidecek para şirketlere gidiyor. İş gücü planlaması yapacaksın. Politik yani parti amacıyla kimseyi almayacaksın. Liyakatle alacaksın. Projeler devam etmeli mi etmemeli mi? Yararlıysa etmeli. Yani öncelikler dizisi var.

HELALLEŞME DOĞRU HAREKET

Kılıçdaroğlu'yla münasebetiniz elli yıllık.

AKP'nin yaptığı devamlı bir yara kaşıma var. Milli Şef döneminde hakikaten çok yanlış şeyler yapıldı. Dindar kesime eziyet edildi. Rahmetli babam ilkokul mezunuydu… Ama lakabı Ahmet Hoca'ydı. Öyle hocalığı falan da yoktu. Ama işte caminin o zaman öyle müezzin kadrosu falan yok ya. Yani sabah namazında, akşam ve yatsı namazında müezzinlik yapıyordu. Şimdi böyle lafı çıktı mı alıp rahmetli pederi falakaya yatırıyorlardı. Rahmetli babaannem benim Kız Muallim Mektebi mezunu. Dedem de Balkan Harbi'nde şehit edilmiş. Muhtemelen Sultan Abdülhamit'e de hizmet vermiş. Bizimkiler gelirken eşya değil de çok kitap getirmişler. Gelip evi basıyorlar, kitapları alıyorlar. Ama şimdi aradan geçmiş 70 sene ya. Hala neyi kaşıyorsun?

Kaldı ki sen, Milli Şef döneminden kat kat daha fazla zulüm ediyorsun millete. Yani kendinden olmayan Müslümanlara da zulüm ediyorsun. Ve bir de yani Müslüman geçinenler tam bir görgüsüzlük, lüks ve israf içinde.

Kemal Bey'i ben elli yıldır tanıyorum. Şimdi bu insanın milli ve dini konularda içinde bir fesatlık olsa dilini tutamaz yani benim gibi. Ama bir tek menfi lafını bir tek saygısızlığını görmedim. Ve bizim gelirler genel müdürüyken Altan Tufan benim öz kardeşim gibiydi. Yani en güvendiğimiz titiz ve sır saklanması gereken işleri Kemal'e veriyorlardı. Altan ile Turgut Bey'e biz onu çok huzuru kalple de tavsiye ettik. Ve SSK Genel Müdürlüğü'nde de çok başarılıydı ama rahmetli Demirel geldi, benim de çalıştığım o zaman başbakanlık müşaviriydi; o sosyal güvenlik reformunu tamamen iptal etti. E genel müdür ne yapsın? Siyasi mevzuata uyacaksın. Ama Kemal'in en küçük harama bulaşmasını kimse ispat edemez. Haksızlığını ispat edemez. Ve Halk Parti'ye de bana göre yeni de bir şey getirdi. Yani bu helalleşme olayı da bence doğru bir hareket. Bazıları tenkit ediyor ama geçmiş dönemi hep istismar ediyorlar. Bu istismarı önlemek lazım. Birçok konuda devlet adına da özür dilemen lazım. Mesela Cumartesi anneleri. Çocuğunun kemiğini arıyor ya. Yahu şehit annesini mahkemeye veriyorlar. Yavrucuğu tren kazasında bile bile öldürülmüş kadının içi yanmış. Kadını, şehit babası bir laf söyledi diye onu mahkemeye veriyor. Şehitlere kelle diyen sen değil misin ya? Askerlik yan gelip yatma yeri değildir diyen? E senin çocukların hepsi ya rapor aldılar ya paralı ödediler. Ya şimdi hem askerlikten kaçıyor senin adamların hem de kalkmış; vatan, millet nutku atıyorsun. Ya kardeşim bir tek, Allah rızası için bir tek icraatın güzel olsun ya. Tek bir örnek ya. Yok. Ya bu kadar ülkesine düşmanlık yapan, zarar veren olabilir mi ya? Bir an önce seçime gidilsin, onu da istemiyorlar. E başları belaya girecek tabii. Çıkacak foyalar.

Dolar on kuruş artınca ki kaç kuruş artı, Türkiye'nin dış borcu yirmi dört milyar lira artıyor. Şimdi son yediğimiz kazıkta iki trilyon arttı. Peki kaç tane iş yeri kapanacak? İflas edecek. İhracat arttı diyor. Ya bu kadar büyük yalan olur mu? Bak senin ithalatın ihracatı karşılama oranı müspet değilse ihracatın artmasın. Neden? Şimdi yüz milyar liralık ihracatım var. Diyelim ki yüzde yetmiş karşılıyor. Otuz milyar açığın oluyor. İki yüz milyara çıktı, altmış milyar dolara çıktı. Borca battın mı? Evet. Kölelik halin devam ediyor mu?

'TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK KESİMİ ENGELLİ AİLELERİ'

Kendinizi engellilere hizmet etmek için adadınız siz…

Rabbim elden ayaktan düşürmesin. Ölene kadar bu engelliler projesiyle ilgili olarak gayret göstermek istiyorum. İnşallah bu Millet İttifakı seçimi kazanırsa Kemal Bey'den ve Meral Hanım'dan da diyeceğim ki beni danışman yapın. Ücret istemiyorum. Araba, sekreter, oda da istemiyorum. Ha Ankara'da olduğum zaman bir kamu kuruluşunda veya öğretmen evinde kalırım. Kendi yemek paramı da öderim. Çok şükür emekli maaşım var. Biraz da kira gelirim var. Bana yeter.

Engellilerle ilgili çalışmak istiyorum. Çünkü çok sorun var. Çünkü dokuz milyon engelli var bu ülkede. Ailesi ile birlikte en az dört kişiyi de düşünün, otuz altı milyon. Şimdi bir ailede engelli çocuk varsa onun dayısı, teyzesi, halası, kuzenleri de mutsuz.

Halbuki çözüm çok kolay. Yirmi beş kuruşluk bir katkı ile büyük bir proje diyorum. Bütün elektrik, su, hava gazı ya neyse tiyatro, maç, otobüs falan filan biletlerine yirmi beş kuruş engelliler için katkı payı konulacak. Önce bir engelliler bakanlığı kurulmalı. Bu engelliler fonu tahsis edilmeli. Seksen bir vilayette bununla ilgili engellilerin ihtiyaç duyduğu bütün eğitim altyapı ve en önemlisi de huzur evi yapılır. Yani yüreğim yanıyor, uykularım kaçıyor.

Bak şimdi yüz binlerce öğretmen var. Bu öğretmenleri yaz tatilinde dört aylık ya da üç aylık bir adaptasyon eğitimine tabi tutsak. Ailede engelli olanlara da özel avantaj vereceksin mesela. Artı on puan vereceksin. Engelli annelerini de istihdam etsek. Yüz binlerce insanın da işi olacak. Devletten de bir kuruş çıkmıyor. Hangimiz yirmi beş kuruş için itiraz ederiz?

Ben İzmir'den biliyorum. Diğer vilayetlerden biliyorum. Aslında valiliğin ve belediyelerin birçok boş binası da var. Yani bina yatırımına da pek ihtiyaç olmayacak. Ama belediyelerle tabii mutlaka iş birliği yapılacak ve oranın bütün engellilerini ve engelli ailelerini himaye edeceksin. Aş evlerinden yemekleri sağlanabilir.

Sizin engellilerle ilgili bu hassasiyetinizin bir sebebi var mı?

Benim hem Allah'a hem devlete ödeyemeyeceğim kadar büyük borcum var. Şimdi bu devlet beni parasız yatılı okuttu. Orta lise. Üniversitede burs verdi. Bir de Belçika'ya yolladı. Şimdi onun için eğitimden ben burs almasam ortaokuldan sonra istediğin kadar iftihara geç, benim için bitiyordu eğitim. Ortaokul mezunu olarak kalacaktık. Allah'a şükür doktoramı bile yaptım. Aynı şekilde şimdi Allah bize sağlıklı çocuklar ve torunlar verdi. Şimdi bunun şükrünü nasıl ifade edersin? İnsanlara yardım ederek.

Benim iki yeğenim doktordur Cihangir Özkınay ve Erdinç Özkınay. Biri kadın doğum, biri de çocuk doktoru. Profesör, Ege Üniversitesi'nde. Onlara diyordum ki en hızlı doktorlar ya cennete gider ya cehenneme gider. Çünkü hiç kimse bu kadar yürekten, dua veya beddua etmez. Şimdi bunların işi çok zor. Allah kimseye engelli evlat vermesin; yani kaç tanesi bana çocuğumla beraber intihar etmeyi düşündüm diyor. Ya bir anne, bir baba benden önce evladım ölsün der mi ya? (Gözleri yaşarıyor) Benden önce ölsün diyor. Kim bakacak ona? Onun ben bakacağım diyeceksin devlet olarak, ben bakacağım.

Bana da bir kuruş gelmiyor. E ben de diyorum ki, ben bu işin hamalıyım yani ekibimle beraber. Türkiye'nin her tarafında bu konuda çok faydalı işler yapacak insanlar var. Mesela bundan dört beş sene önce Fatma Şahin aile bakanıyken bir protokol imzalatmıştım ben onlara. Çünkü konuşma terapisti bulamıyoruz. Üniversitelerde yetiştirmek lazım. Yani geriatri hastaları için özel ihtisas lazım. Bulamıyoruz ya. Şimdi bunları yetiştirecek birimler lazım. Yani bir masör yetiştirmenin çok da zor olmadığını düşünüyorum.

Türkiye'de akıllı bir devlet yönetiminin yapacağı çok şeyler var. Türkiye'deki en büyük toplum engellilerin aileleri; dokuz milyon engelli, çarpı dört otuz altı milyon kişi Evet. Nüfusun yüzde kırkından fazlası. Benim şimdi ölmeden önce amacım bu yani.

RÖPORTAJIN DEVAMI PAZARTESİ GÜNÜ YAYINLANACAK...