İZGAZETE - Türkiye devrimci gençlik hareketinin önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilişinin 48'inci yıl dönümünde, Denizlerin dava arkadaşı yazar Aydın Çubukçu, CHP Karşıyaka gençlik örgütünün İnstagram canlı yayınına konuk oldu. Çubukçu, 68 döneminde yaşadıklarını ve birçok anıyı da paylaştı.

‘ÇOCUKKEN DE ÖNDERİMİZDİ’

Aydın Çubukçu, Deniz Gezmiş ile ilkokuldan beri arkadaş olduğunu darbe dolayısıyla bağlarının kopana kadar da birlikte olduğunu anlattı. Yusuf Aslan’ı doğrudan tanımadığını, Hüseyin İnan ile yalnızca karşılaşmışlığı olduğunu belirten Çubukçu, “Deniz’i görmek için ODTÜ’ye gittiğim dönemlerde Hüseyin’i de görürdüm. Sesiz bir insandı, pek konuşmalara katılmazdı. Yusuf’la bir ahbaplığımız vardı. Aramızdaki mesafeyi tayin eden şey aynı okulda olmayışımızdı. Diğer yandan binlerce devrimci öğrenci bir arada ve herkes birbiriyle çok yakın değil. Dolayısıyla Hüseyin ve Yusuf ancak eylemleri dolayısıyla yakından tanıma fırsatı bulduğum gençlerdi. Deniz başka türlüydü tabii” diye konuştu. Deniz Gezmiş’in yaramaz ve okul çağında da daima hareketli bir çocuk olduğunu aktaran Çubukçu, “Deniz o zamanlarda da önderimizdi” diyerek Gezmiş’in çocukluğundan itibaren önder olduğunu ifade etti.

İŞÇİ, KÖYLÜ VE ÖĞRENCİ HAREKETİ

68 döneminin ve öncesinin aslında herkesin korktuğu bir dönem olmadığını, aksine herkesin çok cesur olduğu bir dönem olduğunu aktaran Çubukçu, “Fabrikalarda işçiler sürekli grevler yapardı. Fabrika işgalleri çok sıradan eylemlerdi. İşçiler her haklarını söke söke almak için çok ciddi bir mücadele içindeydiler. Aynı dönemde çok geniş alanlara yayılmış toprak işgalleri vardı. Binlerce köylü yaşadıkları ama kendilerine henüz mülk edinememiş devlet topraklarını işgal ediyorlardı ve ekip biçmeye başlamışlardı. Bu şüphesiz kabul edilebilir bir şey olarak görülmedi ve jandarma baskısıyla köylüler topraklarından sökülüp atılmaya çalışıldılar ama çok ciddi çatışmalar oldu. Köylülerde son derece eylemcilik ruhunun olduğu görüldü. İşçi ve köylü hareketi birleşmeye doğru bir eğilim gösteriyordu. Dolayısıyla o dönemde işçi - köylü eylemci hareketi bütün toplumun siyasal yüzünü belirleyen etki yaratıyordu. Korku yoktu ama baskı vardı. Demirel hükümeti ve asıl olarak da asker bu hareketlerin mutlaka bastırılmasını istiyorlardı. Demirel biraz daha gevşekti. ‘Ya yollar yürümekle aşınmaz’ lafı oradan gelmedir. Ama genel olarak devlet düzeyinde bakarsak devlet bizden hoşlanmıyordu. Asıl sebebi şu ama 68 dönemi Türkiye’de bir öğrenci hareketi olarak başladı. Boykotlarımızın temel sebebi; üniversite sorunları, özerk üniversite vs. gibi taleplerle başladı fakat hızla bir antiemperyalist karakter kazandı. Sonra İşçi ve köylülerin hareketiyle birleşme eğilimine girdi. Asıl egemen sınıfları ve devleti telaşlandıran bu oldu. Yani devrimci öğrencilerle, işçi ve köylülerin bir araya gelmesi büyük bir tehdit olarak görüldü ve ondan sonra da üniversite hareketlene nispeten sempatiyle bakan bütün o egemen çevreler ilişkilerini kestiler. Karşı çıkmaya başladılar ve bizim üzerimize yapılan her türlü saldırıyı haklı gördüler. Önemli olan o dönemin mücadele etmeyi gelenek haline getirmiş bir gençlik kitlesiyle mücadele ederek haklarını elde edebileceklerini kendi kendilerine kanıtlamış bir işçi kitlesi ve işçilerden örnek alarak kendilerini daha iyi koşullara getirebileceklerini düşünen bir köylü kitlesiydi. Gerçekten çok büyük bir ‘sosyal uyanış’ vardı ve öğrenci hareketi aslında bu büyük uyanışın bir köpüğüydü. Altta ise büyük bir işçi, köylü, emekçi hareketi var. Cesur olmak dert değil o zaman. Cesur olmamak elde değil! Müthiş bir halk hareketi içinde öğrenciler de üstüne düşeni yapmaya çalışıyorlar. Sonrasında hareket bastırılmaya başlayınca öğrenci hareketi içinden silahla hareketler çıkmaya başladı. MHP, bu hareketi bastırmak için silahlı gençlik örgütleri yaratmaya başladılar. Devrimci öğrencilere silahla saldırmaya başladılar. O zaman şöyle bir şey başladı; onlar silahlıysa ve bizi öldürülüyorsa -ki birkaç arkadaşımız öldürülmüştü- biz neden silah taşımıyoruz düşüncesine geldik. Öğrenci hareketi içinde başlamış olan bu silahlı hareketler, giderek bağımsız örgütler halinde ortaya çıktılar. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu gibi. Fakat asıl belirleyici olan devletin şiddetle saldırması ve kendini savunmak ama ileri mevziler elde etmek zorunda hisseden devrimcilerin de başka mücadele arayışına başlamasıydı.” ifadelerini kullandı.

DENİZ GEZMİŞ VE KEMALİZM İLİŞKİSİ

“Deniz Gezmiş’in CHP kökenli bir aileden gelip Mustafa Kemal ve İsmet Paşa sevgileriyle büyüyüp sonra kendisini bir sosyalist olarak ifade etmeye başlaması, darağacında ‘Yaşasın Marksizm’in yüce ideolojisi’ diye haykırması bu dönüşümün nasıl olduğunu anlamak bence önemli nokta” diyen Aydın Çubukçu, Deniz’in Kemalizm ile ilişkisini ise şöyle anlattı: “Kemalizm, Türkiye tarihinin gördüğü en devrimci, en ilerici harekettir. Mutlaka bir antiemperyalist tarafı vardır, bir Cumhuriyet kurulmuştur devrimler yapılmıştır, buna kesinlikle büyük saygısı ve sevgisi vardı. Mesela 1969 Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü örgütleyen Deniz’dir. Fakat Deniz; Mustafa Kemal’in bir yere kadar devrimci olduğunu, ondan sonra işleri geliştiremediğini, sonuna kadar götüremediğini düşünüyordu. Sonuna kadar götürmek demek sosyalizme tamamlamak… Ama Mustafa Kemal bunu yapamazdı. Her şeyden önce öyle bir ideali yoktu. O Fransız devrimlerinin idealleriyle beslenmiş bir liderdi ve Fransız İhtilali’nde kalmıştı. Deniz ise Ekim devrimine, Sovyet devrimine bakıyordu. Bu ikisi arasında geçiş imkânı gördü. Bizim aslında bütün o gençliğimiz Kemalistlikten sosyalizme geçiştir. Onu yetersiz ve yarım kalmış olarak görmek ve bunun ancak sosyalist bir devrimle tamamlanabileceğini düşünmek keskin bir dönüşüm noktasıdır. Deniz, antiemperyalizm damara sıkı sıkıya bağlıdır ve Mustafa Kemal’i mahkemelere karşı savunur. Ama ileriye doğru gitmek için yani Kemalist devrimleri yeterli görüp onlarla sınırlı kalmaktan öte bir sosyalist devrim, işçilerin ve emekçilerin bütün halkın kendi demokratik devrimlerini gerçekleştirebilecekleri yere gitmeyi ummak, Deniz’in dönüşümünü anlatmaya uygun terimdir. Bunda yalnızca Kemalist devrimleri eksik ve yetersiz görmek değil. Aynı zamanda dünyanın geldiği durumun neyi gerektirdiğini sorgulayan bir tavırdır. ‘Ne yapmalıyız da tam kurtuluşa ulaşmalıyız, ne yapmalıyız da yeryüzünden emperyalizmi silmeliyiz? Yalnızca yurttan kovmak değil, yeryüzünden emperyalizmi silmek nasıl mümkün olur?’ sorusuna verilen cevabı Deniz sehpada söylemiştir. Bu dönüşümün evet bir dünya koşulları vardır bir de Türkiye’deki işçi ve köylü hareketinin gelişmesi, artık başka bir devrim çağının geldiğini görme vardır.”

‘HALK KÜLTÜRÜNÜ ÇOK İYİ BİLİRDİ’

Deniz Gezmiş’in halk kültürünü ve edebiyatı çok iyi bildiğini, halk şairlerini, Pir Sultan’ı, Dadaloğlu’nu, Âşık Veysel’i çok sevdiğini ama Mevlana’yı da Yunus Emre’yi de bildiğini, onlardan alıntılar yaparak konuşmayı da sevdiğini anlatan Çubukçu, “Deniz, dünya klasiklerini de çok severdi. Sürekli kitap okurdu. Kitap okumak aykırı bir şey değildi, herkes çok kitap okuyordu. Babasının anılarında da geçer; Sirkeci - Üsküdar arası vapurla gidip gelirken en sevdiği şey elinde çay-simit ve bir de kitap olmasıydı. Edebiyat bakımından çok zengin bir zamanımızdı. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt bütün o köy edebiyatı gerçekten de Türk edebiyatının zirvelerini teşkil eden insanlar, o dönemin inşalarıdır. Resim ve müzikte de çok zengin. Cumhuriyetin birikimleri birden bire patlamaya yol açmıştı yeni sosyal şartlarda sanat, edebiyat, müzik… Bugünle kıyasladığınız zaman oturup ağlayası gelir insanın” diye konuştu.

Editör: Haber Merkezi