ASYA YAŞARİKİZ / İZ GAZETE - İzmir’in sadece coğrafi yapısıyla değil kültürel ve tarihsel açıdan barış ve demokrasiye önemli katkıları olduğunu düşünen HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyesi.

“İzmir, kadınların önde olduğu bir kenttir” diyen Kemalbay, ekolojik tahribat konusunda İzmir’de dikkatli olmak gerektiğini ve halkın şeffaflık talebinin yerel yönetimler tarafından karşılanması gerektiğini düşünüyor. Kemalbay ile Türkiye’nin geçtiği siyasi süreci, yaklaşan yerel seçimleri ve İzmir’i değerlendirdik.

“DEVLET PRATİKLERİNDE OHAL DEVAM EDİYOR”

24 Haziran’dan sonra toplumsal muhalefeti nasıl yorumluyorsunuz?

24 Haziran’dan önce OHAL’ le yönetiliyorduk. OHAL’de özgürlükler askıya alındı. Tek adam rejimi ağır bir şekilde ülkenin üzerine çöktü. Kanun Hükmünde Kararname ile yönetildi ve 170 bini aşkım kamu emekçisi ihraç edildi. Gazeteciler tutuklandı. Sivil toplum tamamen baskı altına alındı. Birçok dernek kapatıldı. Cezaevleri doldu. 24 Haziran’dan sonra yaşadığımız dönem de, önceki dönemin devamı. 24 Haziran’da faşizmin kurumsallaşacağını söylemiştik ve Türkiye’de demokratik bir yapıyı inşa edebilecek bir adım atmak gerektiğini anlatmıştık.

24 Haziran seçimlerinde yapılan hileler, kamu gücünün kullanılması ve baskı politikalarıyla seçime gidilmesi seçim sonuçlarını halklar aleyhine değiştirdi. OHAL kaldırılmış gibi yapılsa da yasalar içerisine yedirilerek hayatımızda sürüyor. Yani baskı rejimi tek adam rejimi hem Meclis’te hem de yasalarda yönetmeliklerde hayata geçirilen devlet pratiklerinde OHAL koşulları devam ediyor.

“MUHALEFET ÖFKESİNİ İÇİNDE BİRİKTİRİYOR”

Bu halka da yansıyor mu sizce?

Bugün baktığımızda Flormar Direnişi sürüyor. Çoğu kadın olan bu direnişçiler sendikal haklarını istiyor. İzmir’de örneğin SüperPak direnişi devam ediyor. Bu tür grevler, eylemler sürüyor. Fakat hepsinde devletin baskısı söz konusu. Toplumsal muhalefetten çekindikleri için Flormar direnişine dokunamıyorlar. Çünkü Türkiye benimsedi bu muhalefeti. Cumartesi Anneleri eyleminde olduğu gibi kendi müdahalelerini anlatabilecekleri bir şey yok. Açık bir şekilde faşizm uygulamasını sürdürüyorlar. Sokakları muhalefetten arındırmak istiyorlar. Muhalefet öfkesini içinde biriktiriyor. Çünkü halk yoksullaşıyor, hakları gasp ediliyor.

“O FOTOĞRAF BİZE İZLEMEMİZ GEREKEN YOLU GÖSTERİYOR”

Hüda Kaya, Ahmet Şık, Garo Paylan, Hrant Dink’in oğlu Arat Dink ve siz… Fotoğraf bir Rönesans tablosu olarak yorumlandı. Size göre o fotoğraf neyi anlatıyor?

Ben Cumartesi Anneleri’ne 90’larda çok katılıyordum. Orda da çok gözaltılar oluyordu. Anneler ve destekleyicileri o alanda çok hırpalandı. Bir taraftan bizler hakikatlerle yüzleşmenin önemini ortaya koymuş oluyoruz. Hakikatlerle yüzleşmeden yeni bir Türkiye imkansız. Bunu halka iyi anlatmamız gerekiyor. O fotoğrafın başardığı şey bu olabilir. Orda başka bir hakikat vardı. Hrant’ın oğlu vardı. Biz Hrant’ın cinayetiyle de yüzleşemedik. Çünkü Hrant Dink’in neden öldürüldüğünü ortaya çıkaramadık. O fotoğraf mücadele dinamiklerini ortaya koyuyor. Türkiye’de sürekli olarak demokrasi, barış ve insan hakları evrensel değerleri etrafında yürüyen mücadeleler var. Birileri kanla besleniyor ve bu yüzden yüzleşme gerçekleşmiyor. Biz Hrant’a sahip çıkamadık ama Arat’a sahip çıkmayı başarmamız lazım. Fotoğraf bize yüzleşelim ve birbirimize sahip çıkalım, Arat’ı vermeyelimi anlatıyor. Buna bir dur demeliyiz. Buna biz dur diyeceğiz. Faşizmi durdurmanın başka bir yolu yok. Fotoğraf umut veren bir fotoğraf ve bize izlememiz gereken yolu gösteriyor.

“DENİZİ KURUT Kİ BALIKLARI DA ÖLDÜREBİLESİN”

Hükümet, Cumartesi Anneleri ile masaya oturmuşken şimdi neden aksi tavır alıyor?

AKP, iktidara ilk geldiği zaman bazı mesajlar verdi rakiplerine. Çeşitli ittifaklarla yürümeye çalıştı. Bunu yaparken aslında Türkiye’de uzun süre yapılan hataları çok iyi kullandı. Toplumun çeşitli kesimlerine mesaj verdi. Berfo Ana’yı davet etti, Cumartesi Anneleri ile yakınlık kurdu. Yüzleşecekmiş gibi… Bu adım gerçeklerle yüzleşme değildi. Halkın mağduriyetini kendi iktidarını güçlendirmek için, bu toplumsal mücadele dinamiklerinden yararlanıp istismar etti. Tıpkı 2013-2015 müzakere sürecini istismar etmesi gibi. Sanki bir barış süreci ile Kürt sorununu çözecekmiş gibi yaptı. Sanki Berfo Ana’nın yıllardır beklediği oğlunun kemiklerini bulacakmış gibi. Mış gibi yaptı… Bunlar tamamen kendi yolunu açabilmek içindi. Askeri vesayet var diyerek askeri vesayeti ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyduğu dinamikleri yan yana getirmeyi çalıştı ve askeri vesayet ne zamanki ortadan kalktı hemen kendi vesayetini yerine yerleştirdi. Aynı politikaları hayata geçirmeye başladı. Örneğin Dersim ve Bingöl’deki orman yangınları. Bunlar 90’lardaki savaş politikalarıdır ‘denizi kuruttu ki balıkları da öldürebilesin’ mantığıyla hareket etti. Yani Berfo Ana’nın yaşadığı acıya sebep olanlar ne yapıyorsa şu anda Erdoğan da kendi ittifaklarıyla beraber aynı politikaları hayata geçiriyor. Bu yüzden de Cumartesi Anneleri’ne fütursuzca saldırıyor. Onlara saldıran polis, gücünü mevcut AKP/ MHP/Ergenekon ittifakından alıyor. Yani aynı savaş politikaları devam ediyor ve buna karşı çıkanlara saldırıyor. “Dün yaptık bugün de yaparız, politikalarımıza gelmeyenleri gözaltında kaybederiz, ormanları içindeki canlılarla yakarız” anlayışını sürdürmeye çalışıyor. Ama bu anlayışa karşı Cumartesi Anneleri’nin direnişi devam ediyor. Bu geriye tepmedir, savaş politikalarının tekrar uygulanmasıdır.

“BARIŞTA ISRARLIYIZ”

HDP bu noktada nerede duruyor?

Biz bu savaş politikalarına izin vermek istemiyoruz. Türkiye’de bir barış politikası olabileceğine inanıyoruz ve bunu 2013-2015’te deneyimledik. Türkiye halkları, coğrafyanın her yerinde barış politikasını desteklediğini HDP’yi parlamentoya %14’e yakın oyla göndererek onayladı. Egemen güçlerin korkusu, barış politikalarının savaştan beslenenleri tasfiye etmesidir. Ama biz barışta ısrarlıyız. Halkların da bu politikalarda ısrarcı olduğunu 24 Haziran’da gördük. Bizi parlamentoya göndermelerinin nedeni barış ve demokrasi politikalarının devam etmesidir.

“YARGININ BİR SİLAH GİBİ KULLANILMASINA ALIŞMAYACAĞIZ”

Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreya’ya verilen cezalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Karar tamamen siyasidir. Yargı zavallı bir konuma gelmiştir. 150 sayfalık bir iddianameye sadece göz atarak karar verilmiştir. 2013 Nevroz’unda yapılan konuşma suç sayılmış. Bir politikacının yaptığı konuşmayı suç sayamazsınız. Arşivlerde var. Kendileri 2013 Nevrozunda neler söylemiş bir baksınlar. Kaldı ki hiçbir ifade suç olamaz, anayasaya aykırıdır. Bu bir mahkeme değil bu siyasal bir tasfiyedir. Partimiz buna bir dava açtı. Aslında buradaki savcının ve hâkimin yargıyı kullanarak suç işlediği anayasayı ihlal ettiği nedenleriyle suç duyurusunda bulunuldu. Biz buna alışmayacağız. Yargının bir silah gibi kullanılmasına alışmayacağız, izin vermeyeceğiz. Siyasetçilerimiz zorbalıkla rehin alınsa da alışmayacağız, mücadeleye içerde dışarda devam edeceğiz. Selahattin Demirtaş Türkiye’nin umududur.

Yerel seçimler yaklaşıyor. Yerel yönetimler nasıl olmalı?

Yerel yönetim çok önemli. Örneğin Aliağa gibi Foça gibi çevre olaylarında kentin üzerinde tasarrufu olan kişilerin iyi niyetine kalmış oluyorsunuz. Halkın şeffaflığı talep etmesi lazım. Çünkü bu, halkın sağlığını, geleceğini tehdit ediyor. Denetimi belli devlet mekanizmalarına bıraktığınızda, o mekanizmaların sağlıklı çalışıp çalışmadığına müdahale edemiyorsunuz. Türkiye’nin bütçesini bugün tek adam yapıyor. Denetim ve şeffaflığın olmadığı bir tablo ile karşı karşıyayız. Tıpkı orda olduğu gibi yerelde de iktidarın elinde olan bir yerel yönetimle karşı karşıyayız. Köprü Geçiş Projelerine, HES’lere JES’lere karşı ÇED raporları verilebilir. Bazı hukuki süreçleri yurttaşlar takip edip kararlar aldırabiliyor ama durdurma kararları bile hayata geçirilemiyor. Bu yüzden halkın örgütlülüğünün, denetim mekanizmalarının yerelde olması gerekiyor. Yerel seçimler bu yüzden önemli. Yerel meclisler halkın sesi olması açısından önemli. Demokrasi güçleri ile birlikte yerel seçim sürecini önemsemeliyiz. HDP olarak çalışmalarımız yerel meclislerin örgütlenmesi ve yerel dinamiklerin daha da güçlenmesine yönelik olacak. Denetimi aşağıdan demokrasi platformlarıyla birlikte yapıp her gün hareket halinde izlemek ve önleyici tedbirler alınması için siyasi baskı unsurunu devreye sokmak zorundayız. Bunun için çalışacağız.

“YERELDEN BESLENEN BİR SİYASET YÜRÜTÜYORUZ”

İzmir yerelinde çalışmalarınız nasıl?

Her ay Murat Çepni ile program yapıyoruz. Yerel çalışmalara katılıyoruz. Bugüne kadarki pratik, partililerle ve mahallelerde halkla buluşma şeklindeydi. Birkaç gün önce Çimentepe’de çalışmalar yaptık. Bu çalışma tarzını devam ettireceğiz. Mahalle meclisleri oluşturarak yerel meclisler üzerinden ilişki kuracağız. Sadece bununla sınırlı olmayacak. Demokrasi, çevre, kadın platformlarıyla beraber çalışmak için sık sık bir araya geleceğiz. Yerelden beslenen bir siyaset tarzını yürütüyoruz. Özellikle sesini duyurabilme şansı olmayan yurttaşlarla iletişimdeyiz. Yaptığımız görüşmelerde kaygı duyulan konuların başında kayırmacı ekonomik modelin yarattığı tahribat geliyor. Sadece belli partiye üye olan insanlara olanak sağlanması diğerlerinin ise açlıkla terbiye edilmesi söz konusu. İşsizliğin büyümüş olması, ekonomik krizin mutfaktaki tencereyi bulması buluşmalarımızda önümüze gelen konular. Kayırmacı ekonomi en büyük suçlardan birini oluşturuyor. HDP geldiğinde de aynı şeyi yapacaksa o zaman HDP de olmasın. Toplumun tüm kesimlerine eşit davranan, kadınların gençlerin ayakta kalmasını sağlayacak bir ekonomik yapıya ihtiyaç var.

Editör: Haber Merkezi