Dilek OMAKLILAR - Dünya Mülteci Günü dolayısıyla Halkların Köprüsü Derneği yöneticilerinden Gülistan Sultan ile ‘Türkiye’de mülteci olmak’ üzerine konuştuk. Sultan, mültecilerin yaşadığı sorunlara değinerek, “Devlet politikalarının bütünüyle değişmesi gerekiyor” dedi.

Yaklaşık beş buçuk yıldır Halkların Köprüsü Derneği’nde çalışma yürüten hem saha hem de tercüme komisyonunun da destekçisi olan Gülistan Sultan “8 yıldır mültecilerle bir aradayız ancak hala kabul edemiyoruz” diye sözlerine başlıyor. Sultan, öncelikle Bursa’nın Mudanya ilçesinde belediye başkanının sahili Suriyeli mültecilere yasaklamasını ve ardından Antalya’daki benzeri uygulamanın da gelişmesini sorduğumuzda, “İnsanların hala kaçırdığı bir şey var, hala misafir algısı hala burada değiller, hala gidecekler… Ama artık birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız, bunu deniziyle, metropolüyle, kırsalıyla, tarımıyla her şeyiyle birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız. Bunu istesek de istemesek de öğrenmek zorundayız. O yüzden asla bunu kabul etmiyoruz bu durumu. Gerçekten çok alçakça bir şey” diye konuştu. Sultan, “En trajik şeylerden biri de bu sınır dediğimiz istasyon bölgelerinde, mültecilerin havalar az ısındığında botları şişirip kaçmaya çalıştığı alanlar, Kuşadası, Çeşme vs. Orada sahiller onlara o kadar serbestti ki çünkü bunlar ölüm yolculuğuydu ve kimsenin umurunda değildi. Ama şimdi hiçbirinin ne denize ne sahile alınmasına izin veriyorlar, çok büyük çelişki değil mi? Gözümüzün önünde insanlar botları şişirip ölüm yolculuğuna çıkarken kimse demedi, ‘Siz bu denizi kullanamazsınız’, ama şimdi? Gelinen noktaya bakın” diye ekledi.

CAN PAZARI…

Mültecilerin çalışma koşullarını ve daha geçtiğimiz bayramda Gebze’de yaşanan iş cinayetlerine ilişkin de konuşan Sultan, “8 yıldır neredeyse birlikteyiz ve hala ucuz işçilik, güvencesiz iş her koşulda devam ediyor. Bu kendi vatandaşlarımız için de böyle. Kaldı ki bunun içine bir de mülteci olmak, çok daha üstte bir sorun. Üstelik bu durum ucuz işçilikte çalışmaktan bir yana insanlar tarafından bir de şöyle algılanıyor: “işimizi elimizden aldılar” Ne kadar acı. Resmen can pazarı… Ve insanlar şuradan okumuyor, işini elinden aldılar ama emin ol bir önceki işçi kesin bir sigortası vardı, ama bunların yok. Hayatta varlıkları ile yoklukları bir değil. Kimlikleri yok, barınma hakları yok, sağlık hakları yok … Bununla ilgili tüm hakların ve hukuksal savunmaların da kuşkusuz son raddeye kadar yapılmalı, bunun için hangi merciler harekete geçmeliyse bizler bu mercileri harekete geçirmeliyiz” dedi.

YARDIM ÇIĞLIKLARINI ATTIKLARINI DUYDUK

Iğdır ve Van’da bulunan Geri Gönderme Merkezleri (GGM) için yaşananlara da değinen Sultan kamplarda yaşanan sorunları şöyle anlattı: “Bir kere her şeyden önce bu insanlar suçlu değil. Bu kamplar tamamen bir Guatemala. Hiçbir hakkın yok, telefon hakkın, banyo hakkın, avukat hakkın… Bütün temel ihtiyaçlarından tamamen feragat edilmiş durumdasın. Avukatlarımız var ama en son durumlarını gördük, bir odaya kilitlenip saatlerce bekletildiler” Harmandalı Geri Gönderme Merkezinde 8 avukat ve 1 tercümanın saatlerce özgürlüklerinden yoksun bırakılmasına karşı yaptıkları basın açıklamasını hatırlatan Sultan,  “Oradaki mültecilerin neler yaşayabileceğini düşünün. İnsanların camdan çıkıp yardım çığlıkları attığını bir basından arkadaş paylaşmıştı. Kesinlikle bir insanlık suçu. Bunların hepsi bir devlet politikası. Bu politikaların insani haklara temas eden bir noktada yürütülmesi önemli. En azından mevcut koşullarda insani haklar kapsamında. Biz zaten Dernek olarak da kendimizi hak temelli bir dernek olarak da tanımlıyoruz. O yüzden de telefon haklarının, avukatlarla görüşme haklarının, birçok haklarını idame etmek açısından erişebilir olması gerektiğini savunuyorum” dedi.

'BİZ BU ÜLKEDE LAL KALDIK'

Sahada çalışmalar yaparken temas ettikleri birçok mültecide gördüklerini anlatan Sultan,  “entegre sürecinden sıyrıldı ama hala haklara sahip değiller. Dil çok ciddi bir bariyer, sağlık hakları yok, kimlik ile ilgili sorunlar. Bu durumda kendilerine aidiyet duygusu hissetmiyorlar. Bir kadın kürtçe bana ‘Biz bu ülkede lal kaldık’ demişti. Sosyalleşemiyor ve bunu yapamadığı için buralı olduğunu söyleyemiyor, böylelikle gettolaşmalar başlıyor. Kendilerine en yakın hissettiği yerlerde ya da bütün en’lerin kötü olduğu noktalarda mülteciler var. Devlet politikaların bütünlüklü değişmesi gerekiyor” dedi.

'TEMAS ETMEDİĞİNİZ HİÇBİR HAYATIN PARÇASI DEĞİLSİNİZ'

Halkların Köprüsü Derneği olarak çalışmalarına da değinen Sultan, “Halkların köprüsü derneği 100 bin mülteciyi muayene eden bir çalışmaya imza atmıştı. Aslında daha acil olan kamplarda yapılması gerekenler. Yıpratıcı şeylere de tanık oluyorsunuz, hastaneye gidemediği için ve erişim hakkı olmadığı için ölü bebek doğuran kadınlar, kamplarda doğurmak zorunda kalan kadınlar. Bebeğin defnetmek zorunda kalan kadınlar, vücudunda bir çok enfeksiyon ve yaralarla yaşamak zorunda kalan çocuklar, engelinden ötürü çalışamayacak durumda olan insanlar, yani tam bir insanlık dramı… Ama yine de diyorsunuz ki bu sorunu bütünlüklü belki değiştiremeyiz ama iyileştirmek için bir şeyler yapabilirim. Bizi güçlendiren de buydu, temas. Yüzlerce yazı yazabilir, makaleler okuyabilirsiniz ama temas etmediğiniz hiçbir hayatın bir parçası değilsiniz. Onlara bu temasımız o kadar iyi geliyordu ki, kabullenilir olduğunu var olduğunu bilmeleri gerçekten insana çok iyi gelen bir şey. Bu iyileşmenin başka bir kanadıydı. Bir de bunun fizyolojik açıdan da iyileşmeleri vardı. Sağlık taramalarından öte birçok çocuk çalışmaları da yaptık, bunlarla ilgili çalıştaylar hazırladık. Tiyatrolar, seminerler…” diye konuştu.

Mülteci kadın olmanın ne demek olduğunu anlatan Sultan, “Türkiye’de kadın olmak çok zor, hala kadın cinayetlerinin, istismarlarını yaşandığı bir ülkede bir de mülteci kadın olmayı ekliyoruz. Alanda yaptığım gözlemler noktasında şu çok net, maalesef kadınlar eve bağımlı. Çünkü en az 5 çocuk bir evde. Çoğu dil bariyerini hala aşmış değil, çoğu eşine ya da çocuğa bağlı. Kadın duygusunu çocuğu aracılığıyla anlatıyor. Kadıfekale’de,  Agora’da, Basmane’de yaşayıp denizi görmeyen kadınlar var. Çok romantik gibi geliyor ama çok gerçek bir durum. Bu durumda bu kadın kendisini ait hissedemez ki” dedi. Kadınları bir arada tutanın komşuluk ilişkileri olduğunu belirten Sultan, “Tercih ettikleri yer kendine en yakın bulduğu, barınabileceği düşündüğü yeri tercih ediyor ve onları ortaklaştıran şey de biraz yoksulluk. Haftalardır suyu olmadığı için yan taraftan su çektiğini, yemek aldığını çok gördüm. Onları ayakta tutan biraradalık” diye ekledi.

Kamplardaki izlenimlerini aktaran Sultan, “Kamplarda gördüğüm şu ki bütün bu yıkımlara rağmen kadınlar yaşamı inşa etmekte o kadar iyi ki. Yaşama tutunması için insanın elinde ne kalır ki, aileni, eşini, çocuğunu aklına gelecek her şeyi kaybetmişsin, dilini hiçbir şeyini bilmediğin bir ülkede yaşamaya çalışıyorsun. Çadırda bir battaniye bir de küçük tüp var ama kadınlar çiçek gibi yapmış orayı.. Bunlar niye doğruyor diye soruyorlar çünkü kaybettikçe çoğalmak istiyorsun, eksildikçe artmak istiyorsun” dedi. Özellikle her türlü şiddete maruz kalan kadınların bir de ekonomik şiddeti yaşadıklarını belirten Sultan “En çok kaçırdığımız şey, şiddetin her türlüsünü konuşuyoruz ama ekonomik şiddeti hiç konuşmuyoruz ve kadınlar bunun en ağır şekilde yaşıyor” dedi.

EVRENSEL

Editör: Haber Merkezi