Cengiz Aldemir/ANKARA - Baro düzenlemesinin genel gerekçesinin anlam bütünlüğünden uzak ve çelişkilerle dolu olduğuna dikkat çeken CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Meclis Adalet Komisyonu’nda yaptığı konuşmasında, İzmir baro başkanı üzerinden verdiği örnekle bu düzenlemeye hukuk vicdanı olan herkesin karşı çıkması gerektiğini vurguladı. CHP’li Bakan, “ Bugün, benim İzmir Barosu Başkanım Özkan Yücel’le ben ayrı gruplardayız; ben Cumhuriyetçi Avukatlar Grubundayım, o Çağdaş Avukatlar Grubunda ve seçimlerde, son yıllarda hiç yan yana olmadık ama biz bugün aynı şeyin mücadelesini veriyoruz farklı siyasi düşüncelerde. Ben biliyorum ki, işte, Amasya’da, bilmem, başka kentlerde baro başkanları, milliyetçi, muhafazakâr olup bu yasaya karşı. Hukukçu vicdanıyla hareket eden herkesin bu yasa değişikliğine karşı olması lazım” dedi.

ÇELİŞKİ DOLU DÜZENLEME

Türkiye’de 1927 yılında kent nüfusunun yüzde 30’a varmadığını, kırsal nüfusun yüzde 77-78 olduğunu hatırlatan Bakan, Avukat sayısı 46 bin civarında olan İstanbul örneğini üzerinden baro düzenlemesindeki çelişkilere dikkat çekerek, “  Yani nasıl bir adaletten bahsediyoruz, nasıl bir adil düzenlemeden bahsediyoruz. İzmir Barosunda 9 bin 600 küsur avukat var, Ardahan’da 40 avukat var, çok matematik hesabı yapıldı, bu da benim matematik hesabım, Ardahan’daki 40 avukatı düşün, 9 bin 500 avukat bir delegeyle temsil ediliyor arkadaşlar. 5 bin avukat bir delege, 2 bin avukatla baro kuruyorsunuz, bu nasıl bir matematik hesabı. Eğer 2 bin avukata baro kurdurup 4 delegasyon veriyorsunuz, her 500 üyeye bir delege vermeniz lazım. Yani hesapta da niyet; halis değil, doğru değil, düzgün değil yani hiçbir şekilde açıklanamaz bir yasa değişikliği getirdiniz” sözleriyle tepki gösterdi.

YARGI YOZLAŞMADA BİRİNCİ

AKP iktidarı öncesi dava üzerinde hukuki tartışmalar yapıldığını hatırlatan Bakan, bugün en çok yozlaşmanın yargıda yaşandığını vurguladı. Özdemir Asaf’ın, “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” mısralarını hatırlatan Bakan, “Ben de “Bütün kurumlar Türkiye’de aynı hızla yozlaşıyordu, birinciliği yargıya verdiler diyorum. Ben, otuz yıldır hukuk mesleğinin içindeyim, 90 yılında girdim hukuk fakültesine. Biz mesleğe başladığımızda şunu konuşurduk: Asliye Hukuk Mahkemesinin yargıcı içtihatları iyi takip eder, şu yargıç iyi takip etmez, bunun Yargıtay’dan dosyası döner, bunun dönmez. Şimdi, kim süleymancı, kim hak yolcu, kim menzilci, kim nur cemaatinden bunu konuşuyoruz arkadaşlar. Allah aşkına, yani bir cemaatten iyi, öbür cemaatten kötü. Devletin içinde cemaat yapılanması olmaz, devlette iki şeye bağlılık vardır, bayrağa ve yasalara. Sen eğer bir cemaat üyesini, o cemaat üyesi kimliğiyle hâkim yapıyorsan, savcı yapıyorsan, general yapıyorsan, emniyet müdürü yapıyorsan o zaman şunu göze alacaksın. Mürit-mürşit ilişkisi, şeyh-mürit ilişkisi, tam bir teslimiyet gerektirir. Yarın o, ne HSK’yı dinler, ne generalini dinler, başındaki komutanını dinler, ne Genel Kurmay Başkanını dinler, ne emniyet müdürü de valisini dinler, dinlemedi de. Aynı şeyi tekrar yaşayacağız “ uyarısında bulundu.

DEVLETİ ÖLDÜRÜYORSUNUZ

Yargının, hem teoride siyasallaştığını, hem de cemaatlerin arka bahçesi olduğunu vurgulayan Bakan, hâkim ve savcıların vicdanıyla hareket edebileceği bir durumun kalmadığını söyledi. Vicdanıyla hareket eden savcıların büyük baskı altında olduğunun altını çizen Bakan, Türkiye’de yargıyı tek kişinin elinde olduğunu, kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmadığını kaydetti. AKP ve MHP’li vekillere seslenen Bakan, Fatih Sultan Mehmed’in, “Aklı öldürürsen ahlakta ölür, akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür, kadıyı satın aldığın gün adalet ölür, adaleti öldürdüğün gün de devlet ölür.” sözlerini hatırlatarak, “aklı öldürdünüz, ahlakı öldürdünüz, yargıyı siyasallaştırdığınız gün adaleti öldürdünüz, şimdi de devleti öldürüyorsunuz.”