SERDAR SANDAL - Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugünkü durumunu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık sürecini daha somut değerlendirebilmek için önemli olarak gördüğüm dört temel noktayı paylaşmak isterim. Aksi takdirde yapılan olumlu ve olumsuz eleştirilerin objektif olmayacağı kanaatindeyim.

Bunlardan birincisi; tarihsel olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasal dönüşüm dinamiklerini doğru tahlil etmektir. Kurtuluş Savaşı, küçük burjuvazinin, vatanseverlerin ve ulusal sol kesiminin öncülüğünde ulusça verilen anti-emperyalist mücadeledir. Bu mücadele, karakteri itibari ile milli ve solcudur. Milli mücadele döneminde Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyenlerin büyük çoğunluğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin de kurucuları arasındadır.

Milli burjuvazinin, CHP’nin kuruluşunda yer alan kadrolarının karakterleri, devlet (bürokrasi) ile iç içe olmalarından kaynaklı olarak, süreç içerisinde bürokratik burjuvaziye dönüştü. Bu bürokratik burjuva kadroların geliştirdiği / geliştirmek durumunda kaldığı uluslararası ikili ve ticari ilişkiler nedeniyle milli karakterleri zamanla erozyona uğrattı. Partinin omurgasını oluşturan küçük burjuvazideki bu değişim, parti politikalarına da yansımış ve partinin kuruluş ilkelerine dayanan siyasal duruşunu zayıflattı.

İkincisi; Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyasal dönüşüm, çok partili döneme geçilmesinin ardından, başkaca yönleriyle devam etti. Mülkiyeliler olarak bilinen Turan Güneş ve Deniz Baykal’ın başını çektiği grup partinin devrim geleneklerinden uzaklaşması ile ilgili ilk fikri temelleri atanlardan oldu. Bu fikirler, uzunca yıllar Cumhuriyet Halk Partisi’nde öyle ya da böyle zemin buldu, dönem dönem parti politikalarına hakim oldu. Öte yandan, 12 Mart 1971 darbesiyle emperyalizme direnen asker-sivil, sol, sosyalist ve Kemalist kesimler büyük yıkımlara uğratıldı, ülke oligarşik yapılara teslim edildi. CHP'nin zayıflayan omurgası da bu dönüşümlerden payını aldı, devamında uluslararası sermayeyle desteklenen bürokratik burjuvazi, partide hâkimiyetini hissedilir ölçüde arttırdı. CHP'deki bu dönüşüm ile beraber, dönemin sol rüzgârıyla bilinçlenen ve örgütlenen işçilerin, köylülerin, öğrencilerin ve emek cephesinin önde gelenlerinin de partiden uzaklaşma süreçleri fiili olarak başladı. 12 Eylül darbesi ise 12 Mart’ta tohumları atılan sürecin devamı niteliğindeydi. Darbe süreci ve devamında küresel sermayenin uzantısı olarak ülkemizde siyasal iktidarı elinde tutan partiler, Neo-Osmanlıcı politikalar ve 24 Ocak kararlarıyla uluslararası sermayenin hâkimiyetini sürdürülebilir kılmaya çalıştılar. Bu darbeler ile ülkemiz, sonuçları zamanla kendisini gösteren büyük ekonomik ve siyasal buhranlara sürüklendi. 12 Eylül darbesi, bunu başarabilmek için, devrimci, milli dinamiklerin üzerinden silindir gibi geçerken, öte yandan ise cemaatlerin ve milliyetçi akımların önünü açıp, uluslararası sermaye için uygun siyasal koşulları yaratmayı başardı. Tüm bu darbeler süreci, Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki tepeden inmeci anlayışın da güçlenmesine olanak sağladı. Öte yandan; jakoben laiklik anlayışı üzerinden üretilen (esasen apolitik) politikalar CHP’de hakim hale geldi; Cumhuriyet Halk Partisi gerçek anlamda laikliği savunmaktan uzaklaştığı gibi, geniş kitleler nazarında ‘halka inemeyen’ ve ‘din karşıtı’ olarak algılatıldı.  

Üçüncüsü ise; Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, dünyadaki sol-sosyal demokrat partilerin tamamına yakınının yaşadığı siyasal tıkanıklıklardır. Bu tıkanıklıkla, dünyanın dört bir yanında sol- sosyal demokrat partiler uzunca bir gerileme dönemi yaşadı, politik alana etki edemez, üye tutamaz, iddia ortaya koyamaz ve kazanamaz hale geldi. Bu kayıptaki etkenlerden bir diğeri ise sosyal demokrat partilerin işçi partisi, halk partisi veya kitle partisi olarak sürdürmeye çalıştıkları varlıklarının, gittikçe egemen olan yeni üretim biçimleri ile çelişmesidir. Yani üst yapı kurumu olan siyaset; alt yapıyı teşkil eden üretim ilişkilerinden kopmuş, süreci doğru çözümleyememiş ve oluşacak sorunlara alternatif çözümler sunamamıştır. Kırılganlaşan politik tutumla beraber sosyal demokrat partiler, toplumun alt katmanlarındaki esas tabanlarından ziyade,  tüm siyasal kesimler için verdikleri demeçlerle günlük yaşamda çelişkili çıkışlar sergileyerek hedef kitlelerinden ve dolayısıyla varoluş gerekçelerinden hızla uzaklaştılar. Bu partilerin eriyen gerçek tabanlarının yerini, orta sınıf katmanlar ve sınıf atlama arzusu olan kesimler doldurdu. Tüm bu süreç, tabanı ve politik hattı gittikçe silikleşen sol-sosyal demokrat partilerin yapısal olarak da dönüşmesine, parti organları, kurulları, kuralları ve bir bütün olarak gövdesinin değişmesine, anti-demokratik bir parti içi işleyişin gelişmesi, parti içi güç dengeleri üzerinden klikleşmelerin büyümesine neden oldu. Dünyadaki sol-sosyal demokrat partilerdeki bu dönüşüm, ülkemizdeki sosyal demokrat siyasi partilere de doğrudan etki etti.

Dördüncü temel nokta ise; ülkemizin bugün tarihinin en sorunlu dönemlerinden birini yaşıyor olmasıdır. Ekonomi, dış politika, kültür, sanat, eğitim, sağlık, tarım, hayvancılık ve toplumsal yaşamdaki ciddi problemler insanlarımızı yoksullaştırıyor, yalnızlaştırıyor ve çaresizlik duygusunun kitleselleşmesine neden oluyor. Tüm yetki ve gücü elinde toplayan tek adam rejimi ile toplumun tamamının baskılandığı, anayasanın fiili olarak askıya alındığı, toplumsal muhalefetin susturulduğu, medyanın kontrol altına alındığı bir süreçten geçmekteyiz. Daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse Anadolu ve Trakya'nın tarihsel ve felsefi mirası ile bu sürecin felsefi ve ahlaki değerlerini temsil eden son kale olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde sembolleşen değerleri hedef alan bir tavır ile karşı karşıyayız.

Tüm bunlara rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi, dönem dönem zayıflık gösteren ama yok olmayan anti-emperyalist, devrimci bir damara sahiptir. Ve kuruluş değerlerini oluşturan bu damar nedeniyle, türlü saldırılara rağmen, ayakta kalmayı, dünyadaki örneklerine rağmen, üye kaybetmek yerine, diri durmayı başarmıştır.

Esasen ve özetle; bugün bu damar CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından temsil edilmektedir ve tüm popülist saldırılar da bu damarı yıpratmaya, zayıflatmaya yöneliktir.

16 Nisan Referandumu döneminde yaratılan ‘Hayır bloğu’ ve son yılların en güçlü seçim kampanyası olan ‘Hayır kampanyası’; Adalet Yürüyüşü ve mitinginde buluşan farklı kesimlerden milyonlarca yurttaş; İYİ Parti, Saadet Partisi ve hatta HDP üzerinden yapılan seçim taktikleri sayesinde AKP’nin 400 vekil hedefinin her türlü antidemokratik koşula rağmen engellenmiş olması; toplumun tüm muhalif kesimlerinin yüzünü –son on yıllarda hiç olmadığı kadar- CHP’ye dönmesi, CHP’nin ne diyeceği ve ne yapacağının çok daha geniş çevreler tarafından takip edilir hale gelmesi… Bu dönemde CHP’ye yönelik yapılan kurultay çağrılarının niyetten bağımsız  hedefi esasen yakalanan bu ivmedir. Çünkü bu ivme, CHP’nin tarihsel kırılma noktalarının, güncel zirvesidir. Bugün CHP’de kurultay istemek, hem partiye hem de toplumsal muhalefete sabotaj, AKP’ye hizmettir.

Yaklaşan yerel seçimlerde metropolleri kazanmak, Kılıçdaroğlu’nda sembolleşen bu sürecin zaferi, AKP iktidarının da sonu anlamına gelecektir.

Aceleyle, selden kütük kapıp, yangından mal kaçırmaya çalışarak engellenmek istenen ise tam olarak budur.

Editör: Haber Merkezi