CHP İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke de, “Çok daha kötüsünü göreceğiz” uyarısı yapan ekonomistlerden. İktidar kabul etmese de Türkiye’nin derin bir kriz yaşadığını ve bunun kaynağının yabancı bir başkent değil Ankara’daki “saray rejimi” olduğunu söyleyen Böke ne Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı’nın ne de esnafın üzerine salınan zabıtanın soruna çözüm üretmeyeceği görüşünde. “Doğalgaza, elektriğe, üreticinin ithal girdilerine zammı sarayın yaptığını” söyleyen Böke, “Saraya zabıta gitti mi? Asıl zabıtanın saraya gitmesi gerekir” diyor.

CHP’li ekonomist Böke ile 2019 yılı bütçesi görüşülürken ekonomideki tabloyu Duvar'dan Nergis Kaya'ya konuştu.

‘SALDIRI YABANCI BAŞKENTTE DEĞİL ANKARA’DA İNŞA EDİLDİ’

Ekonomideki olumsuz gelişmelerle ilgili son açıklamalardan biri “yabancı bir ülkenin başkentinde planlanmış bir saldırı vardı, bu saldırıyı püskürttük” şeklinde oldu. Sizce tablo böyle mi?

Bir kere şunu tespit etmek gerekiyor. Bugün Türkiye’de bir kriz var ve bu cümleyi kurmak kendi başına kıymetli hale geldi çünkü reddediyorlar. Reddedildiği sürece de buna çare üretilmesi mümkün değil. İkinci tespitimiz de bu krizin kaynağının saray rejimi olduğu yönünde.

‘Saray rejimi’ derken kastınız nedir?

Saray rejimi 3 ayak üzerine duruyor. Birincisi ekonomik düzen. 16 yılda üretken ve verimli alanlar yerine kamu kaynaklarını ranta aktaran bir anlayışla ülke borca bağımlı hale getirildi. İkinci ayak siyasal İslam. Bu da toplumu kimlik değerleri üzerinden ayrıştırmanın aracına dönüştü, bir yönetme biçimi haline geldi. Üçüncü ayak ise baskı ve hukuksuzluk. Bu da egemenliğin halktan alınıp saraya verilmesi, yani tek adam rejimi. Bu üç ayağa baktığınızda (Hazine ve Maliye Bakanı) Albayrak’ın ‘krizin kaynağı veya Türkiye’ye yapılan saldırı yurt dışında bir başkentte yapılmıştır’ cümlesinin karşısına şunu koymak gerekiyor. Bugün Türkiye’yi yıkan anlayış Türkiye’nin başkentinde, Ankara’da saray tarafından inşa edilmiştir. Herhangi bir saldırı varsa bunu saray rejiminin kendisi Ankara’da kuruyor. “Kriz yok” diyen bir anlayışın bu bütçeyle krizi çözmesi de mümkün değil.

2019 yılı bütçesinde krizle mücadele için bir iz yok mu?

İzi olmadığı gibi bütçe, krizi derinleştirmeyi vaat ediyor. Biraz önce söylediğimiz 3 ayak değişmeden Türkiye’nin bu krizden çıkması mümkün değil. Rant yerine üretimi koyan, yüzde 1 yerine yüzde 99’u koyan, saray yerine halkı koyan bir ekonomik anlayış ortaya çıkmadığı sürece Türkiye bu krizden kurtulamaz. Hazine garantileri ile rantçı sermayeyi destekleyen anlayış değişmedi. Bütçenin dayandığı Yeni Ekonomi Programı’na baktığınızda Kamu Özel İşbirliği’den memnuniyet var, üstelik bunu “maden aramada da sondaj çalışmalarında da, teknoloji geliştirme alanlarında da uygulayacağız” diyorlar. Kamu Özel İşbirliği halkın ödediği vergilerle desteklenen rantçı sermaye sistemidir. Yine bütçede şimdiye kadar verilmiş olan garantilerin hâlâ dolar ve euro bazında devam edeceğini görüyoruz. Geçen sene garantilerle ilgili 6.2 milyar liralık bir harcama vardı, bu sene en az 9 milyar liraya çıkıyor, 2019 bütçesinde 10 milyar lirayı aşacağız. İktidar, “paramız yok kemer sıkmamız gerek” diyor. Kemerin ilk sıkılacağı yer haksız kazanç elde etmiş, dolar-euro garantileriyle yaşatılan rantçı sermaye olmalı. Onu sıkmıyor. Bu durumda bu bütçe soruna çare olmaz, çünkü bu krizi çıkarmış olan düzeni ve kaynak artırımını devam ettirmeyi vaat ediyor.

‘BU HALKI GÖZETEN BİR BÜTÇE DEĞİL’

Adına “Kriz” denilmese de ekonomik sorunlarla mücadele için adımlar atılıyor. Enflasyonla Topyekün Mücadele gibi kendi çapında önlemler alınıyor. Bunlar sonuç vermez mi?

“Kendi çapında” önemli bir kalıp. Bu krizi çıkaran sebepleri değiştirmiyor, bilakis derinleştiriyorlar. Şimdi bütçenin verdiği faiz dışı fazla 36.7 milyar lira olacak. Geçen sene bu rakam 4.2 milyar liraydı. “Ben 80 milyar liralık bütçe açığı vereceğim, faiz harcamasını çıkartırsam sizin için harcamayacağım” diyor. Bu kriz halkı etkilemiş bir kriz. Halk bin 603 lira asgari ücret alıyor, açlık sınırı bin 919 lira. Bu bütçe halkı korumayacak, kimi koruyacak? Faiz ödemesi yaptıklarını koruyacak, aktardığı garanti ile rantçı sermayeyi koruyacak. Evet, “Kendi çapında” bir şey yapıyorlar. Bu krizin halk için etkilerini azaltmaya dönük bir bütçe olsaydı, kısılacağı yer başka olurdu. Rantçı sermayeye karşı dolar, euro garantisi vermekten vazgeçerler Türk Lirası’na dönerlerdi.  Kütahya Havaalanı’na verilen 100 birimlik yolcu garantisinin 4’ü gerçekleşmiş. 96 birimlik yolcu gitmediği halde biz euro bazında bunun garantisini ödüyoruz. İlk liraya dönmesi gereken sözleşmeler bunlardı ama dönmedi. “Kendi çapında”dakinden kastı “iktidar ve yandaşları” korumak. Bu halkı gözeten bir bütçe değil.

‘AĞAOĞLU’NU HALK KURTARACAK!’

Bir de konut kampanyası başlatıldı. Bu sonuç getirir mi?

Evet ilk kurtarmaya karar verdikleri konut sektörü. Bugünkü kriz nereden çıktı diye bakarsanız son 7 yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 550 milyar doları betona gömdüğünü görürüz. 450 milyar dolar dış borç varken 550 milyar dolar betona gömülmüş. Bugünkü krizi bunun çıkarttığını biliyorsak ilk kurtaracağımız bu insanlar mı olur? Hayır kurtarmamız gereken 3. havalimanı inşaatında “hamam böcekleri ile yaşıyorum” diyen emekçiler, bugün yok sayılan öğretmenler, mühendisler gibi emeği ile geçinenler olmalı. Ama ilk yaptıkları konutçuları kurtarmak. Bunları bizim olan kamu bankaları aracılığıyla kurtarıyorlar. Kamu bankalarını ayakta tutan da işsizlik sigorta fonu. Daha yeni 11 milyar liralık bir kaynağı işsizlik fonundan kamu bankalarına yatırdılar. En son açıklanan işsizlik rakamlarına göre 250 bin kişi daha işsiz kalmış, işsiz sayısı 6 milyonu geçmişken işsizlik sigorta fonu kamu bankalarını kurtarmak için kullanılamaz.

Bunlar sonuç verir konut krizini çözer mi?

Elbette çözüm değil. Yapısal sorunu çözmüyor ki. Bu konutlara var olan bir talep olsaydı satın alınıyor olurdu. Bunları kimse satın almıyor o nedenle “Emlak Bankası satın alsın” dediler. Ama talep yok. Var olan konut ihtiyacını gidermek için yapılmıyor bu projeler. Rantçı, yandaş zengin etmek için yapılıyor. Onları kaynağı aktarıp kurtarabilir ama konut sektörünü, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu sosyal konut sorununu çözmez.

Emlak Bankası konut alınca Hazine üstlenmiş olmuyor mu?

Tabii ki biz üstlenmiş olacağız. Ağaoğlu’nu halk kurtaracak.

‘ASIL ZABITA SARAYA GİTMELİ’

Enflasyonla Topyekün Mücadele Programı burada nerede duruyor?

Birincisi faize, ikincisi konut sektörüne, üçüncüsü Enflasyonla Topyekün Mücadele adı altında esasında bu ülkeyi karaborsalara teslim eden bir karabasan doğuruyorlar. Şimdi küçük bir üretici olduğunuzu düşünün. Yanınızda çalıştırdığınız 4-5 kişiyi korumak için uğraş veriyorsunuz. Bu yılın başında üretim yapmak üzere yola koyulduğunuzda 1 dolar 3.76’ydı. Üretim için mutlaka ithal girdiye ihtiyaç var. İthal girdi yoksa da yurt dışından aldığınız enerji ile ürettiğiniz elektriğe ihtiyaç var. Maliyetinin kurun 3.76 olduğu seviyeden bugün 5.43’e gelmiş. Bu üretici için yüzde 45’lik maliyet artışı anlamına geliyor. Üretici bunu fiyatlara yansıtmak zorunda kalıyor. Yansıtamadığınızda işten insan çıkartmanız gerekir. Adına Enflasyonla Topyekün Mücadele dedikleri programda ne yaptılar, bu insanların üzerine zabıta salıp “zam yapmayacaksın” dediler. Peki doğalgaza, elektriğe, bu üreticinin ithal girdilerine zammı kim yaptı? Kim Türk Lirası’nın değer kaybına yol açarak ithal girdilerin zamlanmasına yol açtı. Saray yol açtı. Peki saraya zabıta gitti mi? Asıl zabıtanın saraya gitmesi gerekiyor. Şimdi KOBİ, baskı altında veya siyasi sadakat göstermek adına zam yapmaktan vazgeçti. Ne olacak? Zarar gören KOBİ iflas edecek. Baskıya yol vermeyip fiyat artıran KOBİ ne yapacak? Bu malları satacağı tüketici var mı? İflas edecek. Yani zabıtayla, korku yaratarak esasında iflasların yolunu açmış oldular. Bu iflaslar KOBİ’lerin yok olması anlamına gelecek. Birçok konkordato ilanı var. Bu iflaslar bugün var olan işsiz ordusuna milyonların eklenmesi anlamına gelecek.

‘ZABITAYLA ENFLASYON MÜCADELESİ KARABORSA YARATIR’

Tüketiciyi korumak için yapılmıyor mu?

Tüketiciyi koruyormuş gibi yapıyorlar oysa o tüketicinin tüketebilmek için ihtiyaç duyduğu geliri kazanacağı istihdam alanlarını yok ediyorlar. Yarın oraya tüketici de gitmeyecek. Enflasyonla Topyekün Mücadele yandaş koruyan, saray koruyan bir mücadele programıdır. Sonucu iflaslar olacak. Sonucu işsizlik, sonucu bu ürünleri üretmek ve satmaktan alıkonulmuş olan üreticinin karaborsa yaratması olacak.

‘FIRSATÇILIKLA SUÇLANAN ESNAF, VATANDAŞ DEĞİL Mİ?’

Artan fiyatlarda stokçular, karaborsacılar hedef alınıp fırsatçılık yapmakla suçlanıyorlar.

Şimdi kim yaratıyor bunları? Kutuplaşma siyaseti kimlikler üzerinden ayrıştırabileceği kadar ayrıştırmış durumda. Dini, yerli ve milli duyguları istismar ederek ortaya çıkarılan tablo yapısal sınırlarına gelmiş. Şimdi stokçulukla suçluyor. Kimi suçluyorlar, KOBİ esnafı suçluyorlar. Bu esnaf vatandaşın düşmanı değil ki vatandaşın ta kendisi. Halkın ta kendisinden bahsediyoruz. Bu anlatının karşısına alternatif bir anlatıyı koymak gerekiyor. Kriz var ve krizin kaynağı sarayın rejimi. Sarayın rejimi yüzde 99’u, halkı yok sayıyor.

‘ÜRETİCİNİN MALİYETİNİ TOPYEKÜN AZALTMA MÜCADELESİ GEREK’

Enflasyonla mücadele programı açıklandıktan sonra gelen veriler iç açıcı değildi. “En kötüsü geride kaldı” denildi. Sizin öngörünüz nedir?

Çok daha kötüsünü göreceğiz. Şimdi 2 istatistik üzerinden Enflasyonla Topyekün Mücadele’nin işe yaramayacağı görünüyor. Birincisi üretici maliyet enflasyonu yüzde 45’i aşmış. Üreticinin maliyeti yüklenip sonra tüketiciye yansıttığı enflasyon henüz yüzde 25. Bu üreticinin maliyetini azaltıcı bir mücadele alanı var mı? Elektrik, doğalgaz fiyatı düştü mü? Türk lirası 3.76 altına düşürülebildi mi? Bunların hepsinin yanıtı “hayır” olduğu sürece, üretici enflasyonu bu düzeyde kalmaya hatta artmaya devam edecek. O zaman da tüketici enflasyonu da yüzde 25’lerde kalamayacak. Üreticinin direnebilme kapasitesi yok. Burada sorunlu olan üretici de değil. Bir mücadele tarif edilecekse üreticinin artan maliyetlerini azaltmanın topyekün mücadelesini ortaya koymak gerekiyor. Enflasyon kamu fiyatlarından kaynaklanıyor. Kamu fiyatlarını saray kontrol ediyor. Saray fiyatları düşürsün, TL’ye dönsün, Hazine garantileri vermesin derken bunu söylüyoruz.

Enflasyon verileri ve Sayıştay raporlarının açıklanmasının ardından görevden alınanlar oldu. Bu tabloyu nasıl değerlendirdiniz?

Enflasyonla mücadele baz etkisi ile yaşanmaz. Mobilya, beyaz eşyada vergi indirimleri enflasyon mücadelesi değildir. Bir seferlik etki yaratır. Zabıta ile enflasyon sepetindeki ürünleri kontrol etmek mücadele yöntemi değildir. Sepeti değiştirmek, bunu ölçenleri görevden almak da mücadele yöntemi değildir. Enflasyonla mücadele yöntemi kamu fiyatlarının maliyet baskısını azaltmaktır. Peki maliyetleri artıran ne oldu? TL’nin değer kaybetmesi. Bu neden oldu, çünkü saray rejimi hukuku, kurumları yok etti. Sayıştay’da denetim görevi yapanları, TÜİK’te enflasyon sepetini ölçenleri görevden almak bunların örnekleri. Meclis’i bütün yetkilerinden arındıran yok eden anlayış da bunun içine girer. Hukuk yok, kural yok, kurum yok. Hukuksuzluk var, şahıslar var, hatta şahıs var. Tüm bunları gideren bir adım atılmadığı sürece enflasyon sorunu da var olan durgunluk da çözülemez. Ve Türkiye bugünden çok daha ağır bir tabloya doğru hızla ilerliyor. Şimdi –mış gibi yapmamak gerek.

‘MECLİS’İ PAMUKLARA SARALIM AMA…’

Mış gibi yapmamak için ne yapmalı?

Denetleme yetkisi tamamen ortadan kalkmış. Parlamentonun bütçe yapma hakkı gasp edilmiş. TÜİK, Sayıştay ve Meclis’i pamuklara sarıp, koruyup kollayıp, önceleyen ama mücadeleyi bunların yokluğu üzerinden tarif eden bir siyasete ihtiyacı var. Çünkü artık kurla, faizle, para politikasını biraz değiştirerek, vergi politikasında bir iki maddeyi değiştirerek, bütçenin bir yerlerini değiştirerek çıkılacak bir kriz yok. Topyekün bir siyasi anlayış ve iklim değişikliğine ihtiyacı var.

Krizin yanında krizle mücadele sürecinde de halka yansıyacak acı bir fatura çıkar. Seçim nedeniyle bu faturanın ertelendiği söyleniyor?

Erteliyormuş gibi gösteriyor. -Mış gibi göstermesi şuradan. Bu bütçe halk açısından bir tasarruf bütçesi zaten. 80 milyarlık açık veriyor ama bu açığı faizci ve rantçıyı beslemek için veriyor. Halk açısından bütçede tasarruf var zaten. 14 milyar lira yatırımları azaltacağım, dedi. Bu yatırımlar halkın ihtiyaç duyduğu eğitim yatırımları, poliklinik yatırımları. Sosyal güvenlik harcaması kısılacak. Bu vatandaşın ilaca erişememesi, ameliyat olamaması riskidir. Emeklilik maaşını alamama riskidir. Bütçede halka acı reçete var, saraya, onun yandaşlarına yok. Bizim bunu halka anlatmamız gerekiyor. Bakmayın siz koruyor gibi yaptıklarına “–mış gibi” yapıyorlar. Sizi koruyor gibi yapmak zorundalar çünkü yerelde ihtiyaç duyduğu oy potansiyeli olarak görüyorlar. Hizmet götürmesi gereken bir halk olarak görmüyor. Bir oy potansiyeli olarak gördüğü sürece partizanca sadakat yaratacağını düşündüğü alanlardan önce kesmeyecek ama ameliyathaneye eldiven vermeyecek, ilaç sağlamayacak, tedavi olamayacaksınız. Emekli maaşlarını ödeyemeyecekleri gün gelecek.

Kıdem tazminatlarıyla ilgili de endişeler var. Olabilir mi?

Bu çok haklı bir korku. İşsizlik sigorta fonu kamu bankaları için kullanıldı. Kıdem tazminat fonunu da öyle kullanacak, o kadar belli ki.

O zaman Mart seçimlerinden sonrası için endişeler haksız değil. Zamanında alınmayan gerçek önlemler sonunda nereye gideriz?

Marta kadar oy potansiyeline dokundurmamak için yükleme yapmayabilir ama 2019 sonunda yaşayacağımız gerçek çok daha yüksek enflasyon olacak. Ciddi bir ekonomik durgunluk olacak. Yüzde 2-3 arası büyüme diyor iktidar ama bilen gözler şunu görüyor Türkiye büyüyemeyecek belki de küçülecek.

‘MUHALEFETİN –MIŞ GİBİ YAPMA LÜKSÜ YOK’

Fitch’in son uyarısı da daralmaya dairdi.

Bütün iktisatçılar uyarıyor, yabancılar da uyarıyor. Ülkemizin geleceğine kaygıyla bakan bizler de görüyoruz. Hiç kimse daralma bana dokunmaz diyemeyecek. Çünkü daralma işsizlik, iflas, üretilemeyen bir Türkiye demek. Üretmeyen dolayısıyla tüketmesi de mümkün olmayan bir Türkiye demek. Tüketemeyeceğimiz şeyler lüks şeyler olmayacak, temel, çok yaşamsal ihtiyaçlar olacak. Onun için önden uyarmamız gerekiyor. Yerel seçimlerin bunu değiştirmek için araca dönüşmesi için toplumu katılımcı süreçle bugünden, -martta değil bugünden- sürece dahil etmemiz gerekiyor. –Mış gibi yapan bütün siyaseti sürekli uyarmamız gerek. İktidar –mış gibi yapıyor ama bizim -mış gibi yapma lüksümüz yok.

IMF olasılığı, başka ülkelerden borç imkanı konuşuluyor. Siz bu gelişmelere nasıl bakıyorsunuz?

IMF’siz IMF programı uygulanıyor ve biz buna itiraz ediyoruz. IMF kemer sıktırır. “Ben sana borç vereceğim, bunu geri almak için nerelere harcayacağını denetleyeceğim” der. Şimdi saray bunu yapıyor. Halkın, tüketicinin kemerini sıkmış vaziyette. Bunu IMF’nin yapmamasının halk açısından önemi yok ki.

Başka ülkelerden kredi arayışları hatta anlaşmaları var. IMF’ye gitmemek için bunların yapıldığı söyleniyor. Birbirine tercih edilir mi?

Bağımsız bir ekonominin denetleyici kurumu TBMM’dir, Sayıştay’dır, bu ülkenin muhalefetidir. Bu denetimin ortadan kalkmış olmasından kaygı duymalıyız. Bunun yerine gelecek olanı IMF kılmamalıyız. Onun için biz siyasilere düşen görev bu denetim mekanizmasını kurdurmaktır. Eğer biz yeniden parlamenter demokrasiyi kuracaksak bu Sayıştay raporlarını siyasileştirmeliyiz. Bunu Meclis kürsüsünde yaptığımız kadar Meclis’in dışına taşıyacak, toplumsallaştıracak araçları geliştirmeliyiz. -mış gibi yapmayalım derken bunu söylüyorum. Bu bütçe reddedilse dahi cumhurbaşkanı belli oranda artırarak kullanacak. Burada bir bütçe hakkı var mı? –mış gibi yapmayacağız. Bütçe hakkı gaspedilmiştir. Meclis içinde bu doğruları dile getirmekle yükümlüyüz. Ama bu mücadeleyi toplumsallaştıramadığımız sürece halkın esasında hakkının korunduğu bir parlamenter demokrasiyi kurmamız mümkün değil. Yerel bunun aracı olmak zorunda. Yerelde bu katılımcı süreçleri işletmemiz için bir fırsat çıkıyor. Ön seçim yapan, adayları kendi üyeleriyle belirleyen, eğilim yoklamasını her yerde yapan, süreci buradan siyasileştiren, süreci katılımcı bir süreç olarak işlettikten sonra da şeffaf, halktan yana bir belediyeciliği tartışmanın tam zamanı. Adaylar birer sonuç olmalı. Bu mücadeleyi verirsek biz parlamenter demokrasiyi kurmak mümkün olacak.