CHP İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke ve İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, ortak bir bildiri yayınlayarak, CHP’nin 3 Şubat’ta yapılacak 36’ncı olağan kurultayının kadrolarda değişim için fırsat olduğunu dile getirerek yönetim organlarının seçimine genel merkez ve belediyelerin müdahale etmemesi çağrısında bulundu.

Gazete Diken’in sorularını yanıtlayan İzmir milletvekili Böke, bildiriyi, Kılıçdaroğlu yönetiminin hatalarını, nasıl bir CHP hayal ettiğini ve bildiri ışığında dönüşecek CHP’nin Afrin harekatına vereceği yanıtı anlattı.

Böke'nin öne çıkan ifadelerini derledik.

Neden böyle bir bildiriye ihtiyaç duydunuz? CHP’de yolunda gitmeyen bir şeyler mi vardı?

Bu bildiriye neden ihtiyaç duyulduğunun iki yanıtı var… İlki, önümüzdeki hafta Cumhuriyet Halk Partisi’nin 36’ncı Kurultay’a gidiyor olması… Ve bu kurultayda, tartışmaların kişilerin adaylığı, delege hesapları ve şahıslarda varlık gösteren siyaset üzerinden değil de siyasi fikirler, itirazlar ve o itirazlara dair alternatif siyasetin konuşulduğu bir zeminin açılmasına dair oluşan ihtiyaç.

İkincisiyse, yönetim anlayışındaki problem.

Nedir o problem?

İçinde bulunduğumuz olağanüstü dönemeçte, olağanüstü koşulların derinleşmesinin önüne geçilememiş olması. Çağrıda, toplumsal muhalefeti içine alan, kendi içinde büyüyen, tabandan gelen bir siyaset talebi var. Bu talep siyasetin sol değerler üzerine inşasıyla, zamanın ruhunu da yakalayarak Türkiye’yi aydınlığa kavuşturmayı öneriyor.

Çağrı, CHP içinde nasıl karşılık buldu? 

Muhteşem! Aynı mekanda olmamıza rağmen gün içinde İlhan Cihaner ile konuşacak fırsatımız olmadı. Ancak buna şaşırmıyoruz. Tabandaki, toplumdaki talebin dili olduk. Türkiye, radikal ve olağanüstü bir dönemden geçiyor. Herkes Saray rejiminin dayattığı bu olağanüstülüğün karşısında CHP’den kendilerine ses olmasını, demokrasiye katmasını ve öncülüğüyle Türkiye’yi aydınlığa kavuşturmasını bekliyor. Zira karşılarında buna gücü olan, tarihsel olarak da bunu gerçekleştirmiş bir parti var.

Tabanın talebine ses olduğunuzu söylediniz. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimdeki diğer isimler tabanın sesi olmayı başaramadılar mı? Sizce nerede hata yapıldı?

Bu soruya birden fazla örnekle yanıt verilebilir. Ancak en somutu 16 Nisan gecesi yaşanandır. O gece Türkiye, gayrimeşru bir seçim sonucuyla karşı karşıya kaldı. Ben o dönem parti sözcüsüydüm. Sonuca tepki göstermemenin doğru olmadığını, gayrimeşru seçim sonuçlarını kabullenmenin yanlış olduğunu, böylesine olağanüstü bir durumda ne gerekiyorsa yapma cesaretini göstereceğimizi açıklamıştım. CHP ise toplumun sonuca gösterdiği tepkiyi siyasete dökemedi. Çok tepkisiz kaldı.

Bu tepkisizliğin toplumu ne denli rahatsız ettiği ve benim o dönemde bir siyasetçi olarak bunu dile getirmemin ne kadar doğru olduğunuysa adalet yürüyüşünde gördük. Yani adalet yürüyüşü, bir bakıma 16 Nisan gecesi vatandaşın dile getirdiği itirazı sokağa taşımasıydı.

Referandumun yanısıra dokunulmazlıkların kaldırılması, Yenikapı mitingine ilişkin tutum ve başka örnekler de sayabiliriz…

‘Adalet Yürüyüşü’nden sonra ana muhalefet partisi olarak CHP’nin eksik kaldığı yanlar oldu mu?

CHP’deki yönetim anlayışı, Türkiye’nin koşullarını bizden farklı okuyor. Sanki olağan koşullar varmışcasına, olağan araçlar ve yöntemlerle siyaset yapmaya devam ediyor. Nitekim adalet yürüyüşünden sonra da tekrar bu hataya düştük. Oysa koşullar her gün daha da olağanüstü bir hal alıyor. Bunları dikkate aldığımızda bize düşen, var olan araçlarla siyaset yapmak değil, olağanüstü durumu kabul edip, buna uygun muhalefeti örgütleyecek yöntemleri uygulamak.

Ne tür yöntemler bunlar? 

Çağrımızda somut bir şekilde ortaya koyduk… Mesela partinin kurulları, OHAL rejimi sona erene dek Meclis’te yapılacak aktif boykotu değerlendirmeli. Kendi içinde ciddi şekilde tartışmalı. Olağan yasama faaliyetlerini sürdürmek, olağanüstü koşulları olağanmış gibi meşrulaştıran bir siyaset çıkarıyor ortaya.

Bugün olduğu gibi 16 Nisan’dan sonra da ‘sine-i millete gidileceğini’ dile getirmiştiniz. Yasama faaliyetlerinden geri durmak, zaten cılız olan muhalefetin sesini biraz daha kısmak anlamına gelmez mi?

O gün parti sözcüsü olarak söylemek istediğim şey şuydu: Bu parti, gayrimeşru seçim sonucunu meşrulaştırmamak ve olağanüstü koşulları normalleştirmemek için elindeki tüm demokratik araçları kullanacaktır. Hangi aracı kullanacağına dair kararı da partinin organları verecektir.

Bugünkü çağrımızda da aynı şeyi ifade ediyoruz… Koşulların olağanüstü olduğunu kabul et, karşısında alternatif araçları parti içinde tartış, değerlendir, ne gerekiyorsa yapma cesaretini ortaya koy.

Tabanın tam olarak söylediği de bu zaten. Elbette yasama faaliyetleri içerisinde mücadelemizi sürdüreceğiz. Ancak o faaliyetler sanki her şey olağanmış gibi devam ettiğinde muhalefet de zayıflıyor. O zaman da Saray rejimi güçleniyor. İstedikleri de bu zaten. Bize düşen, Meclis içinde ve dışında da bütüncül bir siyaset ortaya koymak.

Bu nasıl olacak?

Kendi özümüz olacağız. Siyaseti, başkasının dayattığı filtreler üzerinden okumayacağız. AKP bugün Türkiye’ye ideolojik belirsizlik dayatıyor. Bu belirsizliği de güvenlik, millilik ve konjonktür adı altında toplumun iradesiymiş gibi bize sunuyor. Toplumu, var olan sosyal demokrat ve sol değerler üzerinden bir geleceğe ortak etme hayalini ortaya koymalıyız.

Sol değerlerden bahsediyorsunuz… Bildirideki CHP’nin sola çatı olmak gibi bir niyeti mi var?

Olmak zorunda. Buna aday da zaten. Hatta solun kendisi CHP olmak zorunda. Bunun ötesinde, zamanın ruhu da sol değerlere işaret ediyor. Ezilenlerin, sömürülenlerin arttığı; eşitsizliğin, adaletsizliğin böylesine derinleştiği bir düzende, ezilenleri ve sömrülenleri bu değerler etrafında örgütleyen bir siyasetle bambaşka bir yarın inşa etmek mümkün. CHP’nin özü zaten buyken, çatıya aday olmamak büyük bir hata olur. Evrensel sol değerler ve Atatürk devrimlerini bugüne uyarlamış, o güçle yeniden ayağa kalkmış bir Türkiye bambaşka olacaktır. CHP, laiklik, özgürlük, eşitlik, barış gibi değerlerle devrimleri geçmişte gerçekleştirmiş bir parti. Yeniden gerçekleştirme sorumluluğu da CHP’dedir. Kurultayı da böyle bir fırsat olarak görüyoruz. Çağrımız kurultayı fırsata dönüştürme çağrısı. Aldığımız destek, tabanın buna çok açık ve aç olduğunu gösteriyor.

HDP bileşenleri arasında da pek çok sol oluşum bulunuyor. Bildiriniz ışığında yeniden şekillenmiş ve sola çatı olmaya aday bir CHP, HDP ile de buluşur mu?

Biz, CHP’nin kendi öz değerleriyle siyaset yapması talebini ortaya koyuyoruz. Bu talebin etrafında buluşan herkesi de partimize bekliyoruz. Yani başka partilere çatı olmak üzere bir siyaset değil, kendi partimizin çatısını güçlendiren bir siyaset öneriyoruz. Partimizin çatısı sol olmalı diyoruz. Buna inananların geleceği adres CHP olmalı… Türkiye’nin, çatı adaylar ya da siyasetlerle değil, kendi özüyle siyaset yapan farklı partilerin demokratik bir zeminde iktidar mücadelesi verdiği yolculukla büyüyeceği kanaatindeyim. ‘Hayır’ sürecinde de gördük; çatı siyasi partilerle değil, herkesin demokraside ortaklaşması neticesiyle sonuç değişti.

Çağrıda, ‘Kurultay, fikirlerin ve ülke sorunlarının tartışıldığı bir zemine dönüştürülmeli’ diyorsunuz. CHP içinde bu konular konuşulup tartışılmıyor mu ki?

Kurultay tartışmaları şimdiye dek genel başkan adayları ve delege sayıları üzerinden yürüdü. Oysa biz delegesiyle siyaset konuşan bir parti olmalıyız. Çağrımız da bu yönde. Nitekim birçok delegemiz bizi arayıp, tartışmak ve ortaklaşmak istediğini bildirdi. Biz o zemini açtık. Diliyorum ki, sadece tartışmakla kalmayacak, partinin yönetim anlayışı da bu kurultayda tarif ettiğimiz siyasete dönüşecek.

Mevcut yönetim bu çağrıya direnç gösterir mi? Gösterirse bunun karşısındaki tavrınız ne olur? 

Biz yönetime çağrı yapmadık. Türkiye’nin geleceğinin farklı olabileceğini hayal eden milyonlar adına parti içinde bu değişimi başlatabilecek olan tüm üyelere ve kurultay delegelerine yaptık. Yönetim onun bir parçası zaten. Dolayısıyla irade gösterecek olan kurultayın kendisi ve delegelerdir. Yönetimin direnç gösterip göstermemesinden ziyade delegenin, bu değerlerle bir yönetim anlayışını isteyip istememesi önemli olan. Biz kimseden icazet almak için değil, ortaklaşılacak tabanı büyütmek için bir çağrı yapıyoruz. Tabandan gelecek bir siyasete Türkiye’nin de, CHP’nin de ihtiyacı var.

Bildirinin bir bölümünde AKP’nin dayattığı neo-liberal politikaları eleştiriyorsunuz. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarda çalışmış biri olarak, neo-liberalizmi eleştirmeniz toplum nezdinde sizi çelişkili kılmaz mı? 

Kılmayacaktır çünkü itiraz kültürü aslında içinde olduğumuz şeyi kabullenerek değil, onu dönüştürme iradesini ortaya koyduğunuz zaman bir sonuca evrilir. Ben bulunduğum her kurum içerisinde kurumun dayattıklarıyla değil, kuruma dair doğruyu benim de ortaklaşarak değiştirdiğim bir geçmişe sahibim. Eleştirmekten asla çekinmedim. Neo-liberal düzenin Türkiye’ye dayatmış olduğu gerçekleri bugün milyonlar yaşıyor, benim anlatmama gerek yok. 6 milyon kişi işsiz, 30 milyon insan yoksul… Türkiye, eşitsizliklerle boğuşuyor. Burada sormamız gereken soru, Selin Sayek Böke’nin ne düşündüğü değil. Düzen karşısında ortaya ne koyduğu…

Afrin operasyonuna CHP’den de destek geldi. Bu desteği, 15 Temmuz sonrasında varılan ‘Yenikapı mutabakatı’na benzetenler oldu. Siz ne dersiniz?

Bugün CHP’ye düşen kendi özüyle siyasi taleplerini ortaya koymaktır. Biz cumhuriyetin temel ilkeleri ve sosyal demokrasinin değerlerini savunurken, AKP’nin tanımladığı biçimde ‘muhafazakar hassasiyetler’, ‘millilik’ ve ‘konjonktür’gibi gerekçelerle kendi değerlerimizi asla ihmal etmeyelim. Bugün sadece barış dediği için insanlar tutuklanıyorsa, bir itiraz ortaya koymamız gerekiyor. Esas millilik ve yerlilik de buradan geçer. Çağrımız, bu değerlerin tavizsiz bir biçimde sahiplenilmesidir. Barış da bu önemli değerlerden biridir.

Yaptığınız çağrıyla kurultay sonrası yenilenmiş bir CHP, Afrin operasyonu sorulduğunda ne yanıt verir?

CHP her zaman barışın yanında durmalı. Bizim de vaat ettiğimiz ve çağrısını yaptığımız gelecek barış üzerine dayanan bir gelecek.

Yaptığınız çağrının, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair bir önerisi var mı?

Çağrımız 2019 için de geçerli. Türkiye 2019’da, kişiler üzerinden alternatif adayların birbirleriyle yarıştığı değil, toplumun hangi değerlerde ortaklaşacağına dair bir tercih yapacak. 2019, adayların seçimi olmayacak. Toplumsal sözleşmemizin dayanacağı değerlerin ne olacağına dair bir referandum olacak. Nasıl ki kurultaya dönük çağrımızda “Meseleyi bir genel başkanlık meselesine indirgemeyin, siyasi değerlerinizi tartışın” diyorsak, aynı şey 2019 için de geçerli.

Bildiride, CHP’nin yeniden örgütlenmesi gerektiğine vurgu yapıyorsunuz. Beri yandan Cumhurbaşkanlığı seçiminin 15 Temmuz’a çekilme olasılığı da konuşuluyor. Bu gerçekleşirse, CHP’nin yeniden örgütlenmesi için önünüzdeki altı ay yeterli olacak mı?

Fazlasıyla yeterli bir süre. Esasında bu bahsettiğimiz örgütlenmenin kendisi var. Bunu, CHP içerisine taşıyan adımları atmamız gerekiyor. Gezi’de, hayır kampanyası sırasında ve adalet yürüyüşünde bunu gördük. Toplum zaten kendisini örgütlüyor. Bize düşen, toplumun da örgütlemiş olduğu bu siyaseti CHP içine taşımak ve CHP’yi toplumla birlikte büyütmek. Bunu yapmak mümkün.

Editör: Haber Merkezi