Artık tüm alametler belirdi. Oyunun sonu yaklaşıyor. TÜSİAD’dan AB’ye, Nagehan Alçı’dan Mehmet Metiner’e kadar neredeyse her kurum ve kişi hesaplarını bir iktidar değişikliğine göre yapmaya başladı. Oyunu kazanmak için elinde toplumsal rıza üretebilecek herhangi bir koz kalmayan Erdoğan iktidarı ise son haftada attığı adımlarla iktidar oyununu başka bir seviyeyi taşıdı. Çözülen iktidar bloğunda boşalan saflara yeni güçler ikame edemeyen Erdoğan rıza yerine zoru bu dönemde belirleyici araç olarak kullanacağını cümle âleme ilan etti.

200 baz puanlık faiz indirimiyle TÜSİAD’a,  “persona non grata” çıkışıyla, iktidarını mali suçlar kategorisinde gri listeye alan ve ardından Kavala’ya özgürlük açıklaması yapan AB ve ABD’den oluşan Atlantik ittifakına rest çekerek iktidar oyununun kendisi olmadan kurulamayacağını hatırlattı.

Gezi direnişinin de etkisiyle 7 Haziran seçimlerini kaybeden iktidarın o dönem nasıl bir şiddet hattına geçip zor yoluyla siyaseti dizayn ettiğini hepimiz hatırlıyoruz. Sonrasında yaşanan mühürsüz oylar ile sağlanan şaibeli seçim zaferlerinin de etkisiyle toplumun zihninde birçok soru işareti oluştu: “Erdoğan kaybedeceği bir seçime girer mi?” “Seçimi kaybetseler de iktidarı devrederler mi ?” “Seçim gecesi sonuçlara sağlıklı bir şekilde ulaşabilecek miyiz?” Bu tarz ve benzeri sorular hâlâ zihinleri meşgul ediyor. Bu sorular haklı sorular olmakla beraber toplumu siyasetin dışına çıkardığı için aynı zamanda tehlikeli sorular. Eğer tek oyun kurucu olarak Erdoğan siyaset sahnesini domine etmeye devam ederse bu soruları hayata geçirmemesi için hiçbir neden yok. O yüzden iktidarı elinden bırakmamak için her türlü riski göze alabileceğini bildiğimiz Erdoğan’dan ziyade Millet İttifakı bileşenlerinden oluşan “resmi muhalefet” başta olmak üzere toplumsal muhalefetin yapacağı şeyler bu süreçte belirliyeci olacak.

 CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun son haftalarda yaptığı birkaç çıkışın bile iktidar cenahını hep birlikte nasıl paniklettiğini ve TÜGVA başta olmak üzere nasıl çözülmelere yol açtığını her birlikte gördük. CHP’nin bu adımlarıyla beraber toplumda ve uluslararası arenada oluşan “geliyor gelmekte olan” duygusunu bertaraf etmek için ise Erdoğan yukarıda belirttiğimiz hamleleri yaparak dağılan iktidar bloğunda elinde kalan güçlerle iktidarını konsolide etme yolunu seçti.

Faiz indirimiyle MÜSİAD’ı yani kendi oluşturduğu sermaye kanadını arkasında sağlam durmaya çağırırken AB’ye karşı çıkışla ise içerde dış mihraklar söylemi üzerinden yeni bir milliyetçi dalga yaratılmasının işaret fişeğini ateşledi. İçinde bulunduğumuz ekonomik krizin boyutunu düşünülünce bu hamlelerin oy getireceğini düşünmek aşırı saflık. Erdoğan’ın niyeti de bu değil zaten. Hesap edilen bu çıkışların yanına eklenecek olası bir Suriye seferi ve bununla beraber HDP üzerinden yeni bir milliyetçi dalga oluşturup bunu da toplum üzerindeki tahakkümü artırmak ve zor aygıtını meşrulaştırmak, her türlü hak ve özgürlük talebini bastırmak amacıyla kullanmak. Aslında Erdoğan’ın bu oyunu yeni değil.

7 Haziran’dan bu yana her sıkıştığında başvurduğu ve her seferinde de onu düştüğü kuyudan çıkaran milliyetçi tahakküm bugün de onun iktidarda kalmasını sağlayan en büyük dayanak. Bu konuda resmi muhalefet her seferinde Erdoğan’a can suyu oldu. Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen dokunulmazlıklara verilen destek, tezkerelerin her seferinde meclisten geçmesine sunulan onay Erdoğan iktidarını bugüne taşıyan en büyük etkenlerden.

Bu yüzden asıl önem taşıyan şey bu süreçte resmi muhalefetin ve özellikle CHP’nin alacağı tavır. Bu sefer de Erdoğan’ın elinden bu koz alınmazsa -ki İYİ PARTİ çoktan destek vereceğini açıkladı- tüm toplum olarak sonunu kimsenin tahmin edemeyeceği ve bir sabah uyandığımızda hepimizin “persona non grata” ilan edilebileceği karanlık bir döneme hazır olmalıyız. Bu sürecin tersine çevrilmesi için CHP içerisinde yer alan, yüreği barış ve demokrasiden yana olan tüm insanlara ve milletvekillerine önemli sorumluluklar düşüyor.

*İstenmeyen insan anlamına gelen Latince cümle.