Netflix yatıp kalkıp Güney Kore sinemasına ve özellikle de DongHyuk Hwang’a dua etsin. Ortalığı sürü sepet platform kaplayınca popülaritesini yitirmek durumunda kalmış, bir süredir de dünya çapında büyük, prestijli iş üretememişti. Squid Game imdada yetişmiş görünüyor. Gelen bilgiye göre en çok izlenen dizi Brigerton’un Netflix özelinde izlenme rekorunu geçecek gibi duruyor. Squid Game, yaklaşık 80 ülkede en çok izlenen yapımlarda birinci sırada. Hâl böyle olunca endüstriyel eğlence mekanizması da çalışıyor tabii. Her yerde Squid Game ürünleri patlamış, Paris’te bu isimde bir mekân açılmış, insanlar kapış kapış filmdeki maskeleri, giysileri almaya çalışır olmuş.

KÜRESEL BİR BAŞARI

İki hafta önce gösterime giren ve aslında yaygın bir reklam kampanyası yürütülmeyen dizinin bu başarısı Netflix sahiplerinin iştahını epeyce kabartmış, keselerini de doldurmuş olmalı. Ne diyelim, bu bezirganların cüzdanında gözümüz yok. Toplumsal belleğe katkı sunan, sinema tarihine ve televizyon denilen artık eskimiş aygıta yeni bir yön veren nitelikli sanatsal içeriklere döndüğü sürece para umurum(uz)da değil.

Yoksa umurumuzda mı? Sanatı sömüren eğlence dünyasının egemenleri de büyük fabrikatörler, paragöz siyasetçiler, rant peşinde salya akıtanlar gibi paraya para demiyor. Elbette umurumuzda. Hepimiz şu ya da bu biçimde zengin olmak istiyoruz. Peki bu kadar büyük meblağlarda para nasıl kazanılıyor? Squid Game biraz da bu meseleyi deşmek istiyor bence. Elbette çıkış fikri, kökleri itibariyle pek çok anlatısal gelenekle bağlantılı. Zenginlerin ve muktedirlerin ayaktakımını hizada tutmak için kullandığı gladyatör oyunları gibi tarihsel örneklerden edebiyat ve sinemada karşılığını bulmuş Açlık Oyunları, Labirent vb. distopik yapıtlara ya da düpedüz öfkeli çizgi roman mirasından beslenen Ölüm Oyunu gibi filmlere kadar varabiliriz. Squid Game aslında epey işlenmiş bir alanda ne yapıyor o zaman?

OYUN VE ŞİDDET

Açıkçası dizi herkesi bir yerinden yakalayan çok güçlü bir ironiye yaslanıyor: Yetişkinlerin bir tomar para için çocuk oyunları oynaması. Burada iş gören asıl unsur ise çocuk oyunlarının masumiyeti, yetişkin dünyasının kirinden püsüründen uzak oluşu. Ve bütün bunlarla çelişen, tokat gibi yüzümüze çarpan bir şiddet ve ölüm gerçeği. Dizi geçen hafta içinde o kadar bilinir oldu ki hikâyesine mutlaka denk gelmişsinizdir. Seul’un zorlu yaşam koşullarında borçlarını ödeyemeyen, her sınıftan çaresiz durumda insanlar, kimliği bilinmeyen kişiler tarafından bir oyuna davet ediliyor. Bu acayip turnuva her biri çocuk oyunları içeren altı etaptan oluşuyor. Daveti kabul edenlerin oyunu bırakmaları yasak, tüm etapları geçen kişi(ler) 46 milyar won para ödülü kazanacak. Elenenlerse (burası sanırım artık kimse için sürpriz değil) öldürülüyor.

PARA: ELİMİZİN KİRİ

Fikir çok da özgün değil. Ana öykü böyle basit bir şema üzerine kurulu. Fakat burada devreye Güney Kore sinemasının üslubu giriyor. Diziyi bu kadar başarılı kılan, bence anlatıya nasıl baktığı ve karakterleri nasıl işlediği. İki yıl önce her yeri sallayan Parazit gibi sınıf temelli bir mesele olan bu ekonomi-retoriğe kendince bir katkı sunuyor Squid Game. Parayı merkeze koyan ve bu dizi kadar popüler olan La Casa de Papel gibi yüzeysel dizilerin ya da Amerikan sinemasının bu tip zenginleşme öykülerini nasıl ele aldığını anımsarsak Güney Kore’nin bu sorunsalı özgün ve daha samimi biçimde incelediğini fark ederiz. Bu noktada en önemli unsur şiddetin sunumu. Güney Kore sinemasının alametifarikalarından biri olan şiddet bu dizide de olmazsa olmaz bir konuma yerleşiyor. Şiddetin varlığı seyirciye bütün bu pisliğin dışavurumu gibi sunuluyor. Temelde para için insanların neler yapabilecekleri üzerine yüzeyden akan bir öykü var. Hemen altında ise sınıf, eğitim, zeka düzeyi fark etmeksizin hepimizi bir potada eritenin de doğrudan para (güç) olduğunu anlıyoruz. Sınıf ayrımının önüne geçilemediği adaletsiz, düzensiz, rezil bir dünya. Para paylaşımına bel bağlamış aşağılık bir düzen. Dizinin giderek belirginleşen ana kahramanlarının aynı mahallede büyümüş arkadaşlar olması ve birisinin en alt düzeyde kalırken diğerinin en önemli üniversitelerden birine birincilikle girmesi, bu açıdan manidar. Ayrıca çok büyük miktarda paraya ulaşmanın hemen daima kirli yollardan geçtiğine işaret etmesi de bence bir başka değerli yönü.

Yönetmen madalyonun öbür yüzüne, aşırı zenginler cephesine bakmayı da ihmal etmiyor tabii. Onca para, güç, her şeye sahip olma dürtüsü, sonunda bir tür anlamsızlığa evriliyor. Bütün bunlar, bu boşluk içindeki hayata renk katmak için yapılmış oyalayıcı, geçici meşgalelerden fazlası değil. Bir yerden sonra deveyi hamuduyla götürenler de bunun farkına varıyor herhalde. Tabii onca insanın harcanmış yaşamı ne oldu ve bundan sonra ne olacak kimsenin de umurunda olmuyor.

Squid Game, Netflix’in bugüne kadar yapt(ırd)ığı en değerli dizi olabilir. Yönetmen öyküyü 2008’de yazmaya başlamış. Pek çok kez reddedilmiş, projesine kimse güvenmemiş. Bu açıdan akıllarında paradan başka (pek) bir şey olmamasına rağmen diziyi nihayet hayata geçirmeleri takdir edilesi. Umarım dünya çapında izleyicilere bu kahrolası sistemi yıkmak için gerekli motivasyonu, cesareti ve öfkeyi kazandırabilir. Adil ve güzel bir dünya için…




DİKKAT ÇEKENLER

HAKİKAT ŞEYH BEDREDDİN

Hamaset kokulu tarihî filmlerden öylesine gına geldi ki içerik olarak özel bir dönemi ele alan Şeyh Bedreddin’de farklı bir tat bulma ihtimali ilginç geliyor. Gerçekten de özellikle son yirmi yıllık süreçte hem sinemada hem de TRT başta olmak üzere televizyon kanallarında karşımıza çıkan tarihî film ve dizilerin yüzeysel hatta çoğu kez cahilce bir milliyetçi düzlemde kurulduğunu görüyoruz. Bu aşamada bu coğrafya tarihinin oldukça ilginç bir dönemine, hak, emek, adalet gibi çok temel kavramlar ışığında yükselen bir tarihi kişiliğe bu perspektiften bakmak Türkiyeli seyirci için olumlu bir adım olabilir. Filmin teknik düzeyi oldukça iyi, senaryo üzerinde de nitelikli bir çalışma yapıldıysa bundan sonraki tarihi filmler için önemli bir model olabilir. Umarım ticari sinema içinde ürün verenler; yandaşlardan, muktedirlerden, resmi ideolojiden nemalanan kısır tarih bilgisiyle film çekmeyi bırakırlar da hep söylendiği gibi sayısız öyküye gebe bu topraklardan çıkma gerçekten değerli filmler izleyebiliriz.

SANSÜR (Censor)

Korku-gerilim filmi meraklılarını tatmin etmek pek kolay olmuyor. Özellikle bu türde özgün çalışmalara imza atmak zor. Yeni fikirlerden ziyade bir fikrin nasıl işlendiği çok önemli. Ayrıca nitelikli bir yapıta ulaşmak için, ele alınan konunun arka planında insanın karanlık yönlerine dair sözler edilmesi gerek. Sansür bu haftanın güzel sürprizlerinden biri gibi görünüyor. Daha önce pek ele alınmamış bir fikri kişisel bir bellek-korku hikâyesi içinde ele alıyor. Düşük bütçeli, kanlı, provokatif filmlerin riskli ya da sorunlu sahnelerini makaslayan bir sansür görevlisi, izlediği bir filmde kendi geçmişinden izler bulunca sinemanın gizemli dehlizlerine de bakan, karanlık bir ruh incelemesi ortaya çıkıyor. Tür filmlerine alternatif anlatılar sunan bu tip yapıtların kendine has bir çekiciliği var. Sinemada sansür meselesine dair ilginç ayrıntılar da filmi zenginleştiriyor.