“Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum / Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan / Halkların kavgasını ve kavgamı benim / Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan.../  Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz. / Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun / dostluğumuzdan, bana ekmek olan, rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan./ Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle / Kuyu gibi kapkara zindanlardan / Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları / Ellerinde izi vardı eziyetlerin / Hınç oklarını aradım gözlerinde / Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin / Yaralar ve ışıklar içinde.”

Pablo Neruda, sevgili dostu Nazım Hikmet’in kaybı nedeniyle bu şiiri kaleme alır. Yazar Hülya Soyşekerci böyle anlatıyor, Pablo Neruda ve Nazım Hikmet’in dostluğunu.   Hatta Neruda dostuna olan sevgisini “biz Nazım Hikmet’in yanında şair bile olamayız.” diyerek gösterir. 1950 yılında Nazım Hikmet’le birlikte Uluslararası Barış Ödülü’nü alırlar. Hayata olan bakışları, sosyalist düşünceleri, insanca yaşama olan inançları ve şiire olan sevgileri onları ortak paydada bir araya getirir. Neredeyse bütün dünya dillerine çevrilen şiirlerinin güzelliği Neruda’ya 1971 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü getirir. Aynı yıl Allende yönetimi tarafından Şili’nin Paris Büyükelçiliği görevine atanır.  Üç yıldır hasta olan Neruda sağlık durumu bozulunca 1973’de ülkesine geri döner.    

12 Temmuz 1904’te Şili'nin Parral kentinde doğan Pablo Neruda, 23 Eylül 1973’te yine Şili’nin Santiago kentinde aramızdan ayrıldı. 69 yıllık bir ömre, kucak dolusu şiirler ve sevgi dolu milyonlarca kalp sığdırdı. Dünyanın bütün ülkelerinde, farklı kültürlerden milyonlarca insanın hayatına dokundu. Yazdığı şiirler bir şekilde insanları değiştirdi. Okuyanlarda farkındalık duygusu oluşturarak, yeni bir hayatın mümkün olabileceği fikrini insanların zihinlerine yerleştirdi. Dünyanın birçok yerindeki yalnız ve umutsuz insan her şeye rağmen umut etmeyi, hayatı ve insanları sevmeyi onun dizelerinden öğrendiler. Onun şiirlerinde sadece aşk yoktu. Bunun yanı sıra, hüzün, haksızlıklara karşı dirençli olmak, mücadele etmek, insanca yaşama özlemi ve bunun uğruna ölmek de vardı. Pablo Neruda Şili Üniversitesi’nde Fransızca ve Pedagoji eğitimi aldı. Aldığı eğitimle birlikte yurt dışında çeşitli temsilciliklerde konsolos olarak ülkesini temsil etti. 1927-1935 yılları arasında başta Burma olmak üzere Seylan, Java, Singapur, Buenos Aires, Barselona ve Madrid’de Şili Büyük Elçiliğinde konsolos olarak görev aldı. Entelektüel yaklaşımıyla sanat, edebiyat ve siyaset dünyasından çok sayıda dost edindi. Aynı dünya görüşünü paylaştığı yakın dostu Salvador Allende’yi çok sevdi. Sevgili dostu Allende’nin radyodaki son konuşmasını dinleyince fenalaştı, ölüm haberini alınca, bu acı haberi hasta yüreği kaldıramadı ve sessizce aramızdan ayrıldı. O sırada katil Pinochet’in askerleri Şili tarihinin en acımasız katliamlarını yapıyorlardı. Şili sokaklarında kan gövdeyi götürürken, Pablo Neruda “Buğdayın Türküsü” şiirinde tüm zamanlarda bütün dünya halklarına şöyle sesleniyordu. “Halkım ben, parmakla sayılmayan,/ Sesimde pırıl pırıl bir güç var / Karanlıkta boy atmaya / Sessizliği aşmaya yarayan...”. Neruda’nın sesi bunca yıl sonra, hala dünyanın bütün sokaklarında özgürlük arayanların yüreklerinde yankılanmaya devam ediyor. Bu nedenle, vahşi kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada, zalim diktatörlüklere, sömürgeci emperyalist zihniyete rağmen yazdığı şiirlerde Pablo Neruda’nın sesi giderek daha güçlü çıkıyor.