Bir insanı ardından sevgiyle ve gülümseyerek anmak ne kadar önemli? Paylaşılan anıların sıcaklığı hala tazeliğini korurken, o anın sıcaklığını aynı güçte hissetmek ne kadar değerli. Üstelik kendimizi değerli hissettirecek şeylerin sayısı bu kadar azalmışken. Bazı insanlar vardır. Hafızanızda fotoğrafları canlandığında gülümsemeye başlarsınız. Sevgi, gülümseyiş, özlem, hüzün, iç içe geçer. Yüreğinizdeki sıcaklık duygusunu, sizde bıraktığı anıları birileriyle paylaşmak istersiniz. O anılardaki sevginin paylaşıldıkça artacağını bilirsiniz.

Özdemir Hocayla yine çalışma odasındayız. At oyunu söyleşisi üzerine konuşurken, birden bana döndü “ Biliyor musun, keşke At oyunu oynanırken Ankara’ya gelebilseydin. At oyununun İrfan Şahinbaş Tiyatrosunda sahnelenişini görmeni çok isterdim Seval” dedi.  Elinde oyundan bir fotoğraf bana gösteriyor. “Bak, bu oyuncu, oyundaki rolünü hiç sevmiyordu. Baktım provalarda adam bir felaket, ölgün, isteksiz. Molalarda mutsuz, asık bir suratla oturuyor. Provalarda bir türlü kendisinden istediğimi alamıyorum. Uyarılarıma rağmen, role bir türlü oturmuyor. Baktım olacak gibi değil. Bir gün çektim oyuncuyu bir kenara. Derdi nedir öğrenmek istedim. Onunla tatlı bir dille, bir yönetmen gibi değil, bir arkadaş gibi konuştum” Burada ben hala aklı beş karış havada soruyorum. “Hocam peki yönetmen olarak, oyuncuya ‘bunu bunu yapacaksın’ deseniz olmuyor mu?” Alışmışız astığı astık, kestiği kestik, otoriter yönetmen hikayelerine. Hoca hemen “Olmaaaz. O zaman daha beter olur, oyuncuyu kaybedersin. Ben oyuncuyu kazanmaya bakıyorum. Onunla bir arkadaş gibi konuşuyorum ki, derdi nedir, oynadığı karakteri neden sevmiyor, onu öğrenmeye çalışıyorum. Eğer canlandırdığı karakterde oyuncuya göre, aksayan yönü bulursak ve üzerinde oyuncuyla konuşursak sorunu çözeriz diye düşünüyorum.  İyi ki konuşmuşuz. Karakteri neden sevmediğini bana anlattı. Ben de karakterin özelliklerinden yola çıkarak onu yüreklendirdim, onun karaktere katacağı özelliklerden bahsettim. Canlandırdığı karakteri anlaması, rolü içselleştirebilmesi için onu yüreklendirmeye çalıştım. Sonra ne oldu biliyor musun? Daha ilk provalardan itibaren adam değişti. Daha iyi ve daha canlı oynamaya başladı ve en sonunda oyun sahnelendiğinde, oyundaki en başarılı oyunculardan biri oldu. Yani insanlara iyi niyetle, dürüst ve samimi bir şekilde yaklaşırsan her zaman sen kazanırsın. O oyuncuya, sert davransaydım, daha çok içine kapanacaktı, sevmediği bir rolü zoraki oynayacaktı. Kesinlikle oyunda ondan randıman alamayacaktım ve oyun istediğim gibi çıkmayacaktı” Ben şaşkınlık ve hayranlık karışımı bir bakışla ağzım iki karış açık dinliyorum. Türk Tiyatrosunun yetiştirdiği en büyük ustalardan birinin gösterdiği mütevazi yaklaşıma, insancıllığa, insan sevgisine, sevecenliğe, oyuncusunu koruyan, kollayan, onun ruh halini önemseyen tavrına ve oyuncunun içinde var olan cevheri dışarı çıkarabilmek için gösterdiği çabaya, sorunları arkadaşça konuşarak çözmeye çalışmasına inanamıyorum. Peki, bunun değerini ne kadar anlıyor ve takdir ediyoruz? Aramızdan ayrılmış olsa bile, Özdemir Hocadan bahsederken bize hala yaşama sevinci veriyor olması ne kadar önemli. Şu anda bile çalışma azmiyle, tutkusuyla ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Canım Hocam iyi ki sizi tanımışım belki telefon açıp size “Alo hocam nasılsınız? sizi çok özledim” diyemiyorum ama sesinizin sıcaklığı, gülüşünüz, paylaştığınız bütün bu değerli anılar, çalışmaya devam etmek adına bizlere güç veriyor. Belki de şimdi bizi bir yerlerden izliyor, yaşamak ve üretmek adına bize cesaret vermeye devam ediyorsunuz. 12 Ocak günü Özdemir Hocanın doğum günüydü ve binlerce anı rengarenk kelebekler gibi hafızamda uçuşurken sevgili hocamı giderek artan bir özlemle anıyorum.