Türkiye siyasal tarihinin en eski tartışmalarından bazıları yerel ve merkez odaklıdır. Tarihi merkeziyetçilikle inşa olmuş devletin siyasal aklı sürekli bir biçimce, gücü, kaynakları, yetkileri merkezileştirme ezberine sarılır. Bu anlamda devlet – yurttaş gerilimi odaklı tartışmalarda odağına devleti alan siyasal kurumlar merkeziyetçi, yurttaşı (halkı) alan kurumlar ise yerelci (ademi merkeziyetçi) pozisyonlar alır.

Bu anlamda ülkenin mevcut iktidar biçimiyle artık en radikalleşmiş şeklini alan merkeziyetçi, tekçi hatta tek adam – tek aileci yapı, yerelleşme, yerel ve yerindenlik tartışmalarını yeniden yapmayı gerekli kılıyor. Öncesi “Ankara” diye simgeleşen ‘merkez’in artık kentsel bir odağı yok. Evvel zamanda bakanlıklar, askeri ve sivil bürokrasi ile temsil edilen Ankara, artık mobilize olan, kimi zaman İstanbul’da, kimi zaman başka bir kentte karşımıza çıkan akışkan bir ‘merkez’. Bu akışkan merkez, bir ailenin ve onun etrafında cisimleşmiş bir zümrenin çıkar ve ikbal birliğini temsil ediyor. Bir yönetme çabasından çok, bir tahsilatçı gibi kendine alma, kendine saklama biçiminde ilerleyen bu süreçten geriye bilindik manada bir devlet kalmayacak. Bu ülkede yeni siyasal süreçte devlet yeniden kurulacak. Kurumları tesis etmek diyen olacak, eski düzene dönmek diyen olacak, restorasyon diyen olacak ama aslında bir devlet inşası olacak bu. Adaleti, kolluğu, maliyesi, hariciyesi ve dahiliyesiyle bir kriz içindeki yazışma ve maaş ödeme organizasyonu olan bu yapı, tümüyle anlamını yitirmiş durumda.

Yerelleşmeyi tartışmak zorundayız, sahici bir yerel yönetim olgusunu. Süreçlere yurttaşların katıldığı, razı oluşturmak içinde değil sahiden katılımı sağlamak için inşa edilmiş yapıları. Belediyeleri bu anlamda konuşmak zorundayız. Bugün sadece sorumluluklarla kuşatılmış (İnanç alanlarının yapımı- bakımı, eğitim kurumlarının tüm ihtiyaçları, kültürel ve sosyal alanda devletin boşalttığı işlerin üstlenilmesi vb.) ama yetkisi olmayan, sorumlulukları ölçüsünde bütçesi olmayan belediyeleri yerel yönetimin odağına alıp yasa – yetki – sorumluluk – bütçe çerçevesinden konuşmak gerekiyor. Mevcut krizin çıkış yolu yerellerin güçlenmesi, yerelliğin sadece kurumların değil denetleme – katılma ve söz hakkıyla beraber yurttaşların da güçlenmesiyle tartışmalıyız.

Tüm bu tartışmaların ve daha da eklenecek kriz konularının ortaklaşacağı bir zemine de ihtiyaç var. Belki yeni anayasayı bunca badireden sonra konuşmak, “ne öğrendik bu süreçten?” diye başlıklar aça aça ilerlemek gerekecek. İktidarın mutlaklaşmasına yol açan tüm etkenleri analiz etmek gerekecek. İki soru sorulacak, birincisi, ne öğrendik? İkincisi ise “bir arada yaşamı nasıl sağlayacağız?”

Yerel yönetimleri bu anlamda tartışmanın sorun çözen yapılarından biri haline getirebiliriz. Bunun için beklemeye gerek yok. Eldeki mevcut araçlarla, bu süreci aşmak isteyen kurumlar inisiyatif alabilirler. 31 – Mart ve 23 Haziran sonrasın Türkiye’de yerel yönetimlerin altın çağı başladı. Ülke belediye denen mefhumu keşfetmeye başladı. Yeni liderlik süreçleri, kolektif öğrenme süreçleri bu düzlemde anlam kazandı. O halde yeni döneme hazırlık olacak kavramları, yöntemleri, uygulama ve araçları kullanmaya başlamamak için bir neden yok. Çünkü Türkiye’nin yeniden doğru bir zeminde inşası bir süreçler toplamı olacak. Merkezileşmenin kentleri birer insan çukuruna dönüştürdüğü zamanda, yerel demokrasiyi, yerelleşmeyi savunmakla başlayacağız yolculuğa.

Haftaya açarak ilerleyeceğim.