Önder Hocayı ve eşi Yıldız Hanımı ilk defa İzmir Festivalinin basın otobüsünde gördüğümü hatırlıyorum. Mayıs ayı geldi mi hepimizi bir heyecan sarar, dört gözle İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV)’nın düzenlediği “Uluslararası İzmir Festivali” programının açıklanmasını beklerdik. Programda mutlaka Efes Antik Tiyatro’da, Efes Celsius’ta veya Efes Odeon’da bir klasik müzik konseri olacağını bilirdik. Dünyanın en seçkin orkestralarını ve sanatçılarını izlemek için basın otobüsüne doluşur müthiş bir keyifle Efes’e giderdik.  Otobüse binmek için Lozan Meydanı’nda, Atatürk Lisesi’nin önünde, kadroda yer alan diğer arkadaşları beklerken doyumsuz sohbetler yapardık. Gün gelip bu doyumsuz sohbetleri özlemle anacağım hiç aklıma gelmezdi. Sonra İzmir Devlet Senfoninin konserlerinde karşılaştık. Her görüşümde, öpmek için ellerine sarılırdım. Sesimden tanırdı. Gülerek “Merhaba Seval, nasılsın?” dediğinde içimde çiçekler açardı. Özel bir televizyon kanalında “Sanat Gündemi” programını yaparken Önder Hoca beni kırmayıp canlı yayın konuğum olduğunda dünyalar benim olmuştu. Programın konusu belliydi: ‘Türkiye’de müzik eleştirmenliği nasıl yapılıyor, klasik müzik konserleri ve konservatuardan yetişen genç sanatçıların gelecek kaygıları’ üzerine konuşmuştuk. Daha sonra İzmir Kitap Fuarı’nda, “Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı Derneği” TÜRGÖK’ün Standında, “Türkiye’de gerçek manada müzik eleştirmenliği yapılabiliyor mu?” diye sohbet etmiştik. Araya zaman girdi. Hastalıklar, ölümler, hastane koridorları, önünde beklenen sayısız yoğun bakım öyküleri birbirini kovaladı. Derken hayat insanları farklı yerlere savurdu. Yıllar sonra Önder Hoca ve Yıldız Hanım’ı Ahmed Adnan Saygun’daki klasik müzik konserlerinde gördüm. Sanki dünmüş gibi taze anılarda, hep ayaküstü kısa sohbetler yaptık. Hep onları ziyaret etme sözleri verdim. Ne yazık ki günü kurtarma çabasında, anlık problemleri çözmek için debelenirken hayatı ıskalamanın acısını sonraları çekecektim. Tahmin ettiğiniz gibi o ziyaret maalesef hiç yapılamadı ama benim gözlerim konserlerde hep Önder Hocayı ve Yıldız Hanımı aradı. Efes’e giderken binilen basın otobüsünü, izlediğimiz muhteşem konserleri yad ederken Önder Hocanın anlattığı hikayeler yüreğimizin bir yerinde takılı kaldı. Önder Hoca o tatlı gülüşüyle konserler ve sanatçılar hakkında bilgiler verirken, samimiyeti ve inceliğiyle insanın yüreğine işlemeyi çok iyi biliyordu. Önder Hoca Cumhuriyet Gazetesinde yıllar boyunca yazdığı müzik eleştirileri ile sanatçıları doğru bir şekilde yönlendirmeye çalıştı. Bilgilerini paylaşırken amaç sanatçıların kendilerini olumlu yönde geliştirmeleri ve güncellemeleriydi. Önder Hoca “bazı sanatçıların kendilerini pohpohlayan yazı beklentisi içinde olduğunu ve bu kişiler yüzünden gerçek anlamda müzik eleştirmenliğinin yapılamadığını” söylerdi. Onun yazıları daha sonra bir dizi kitap olarak piyasaya çıktı ve yakın müzik tarihimiz için çok değerli belgeler olarak kütüphanelerde yerini aldı. Önder Kütahyalı deyince aklıma ilk önce gülümseyen yüzü, içtenliği, nezaketi, tatlı sohbeti, engin bilgisine rağmen gösterdiği tevazu geliyor. Önder Hoca ve Yıldız Hanım’ın Atatürk Lisesi duvarına yaslanmış basın otobüsünü beklerken görüntüsü zihnimde bütün canlılığıyla beliriyor. Beni görünce gülüyorlar. “Bizim ekip bir araya geldi” deyip gülüşüyoruz. Havada bahar kokusu, İzmir’de tatlı bir rüzgar esiyor. Basın otobüsü geliyor. Önder Hoca ve Yıldız Hanımla birlikte Efes’e gitmek için otobüse binerken ne kadar mutlu olduğumuzu düşünüyoruz. Önder Hocanın izleyeceğimiz konser hakkında verdiği bilgiler, anlattığı küçük hikayeler ve kahkahalar eşliğinde Efes’e doğru yola çıkıyoruz. Canım Önder Hocam, o anların güzelliği yaşadığımız sürece aklımızda ve yüreğimizde tazeliğini koruyacak…