2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mayasını oluşturan cemaatçi/dinci/tüccar gruplar, uzunca bir sessizliğin ardından yeniden 15 Temmuz günü sahneye çıktı. 2002 sürecinde el uzatan bugünün liderleri, kolunu kaptırıp kellesini vermeye doğru giderken bir karşı duruşa geçtiyse de nafile! Türkiye’de olmayan demokrasinin çöküşüne hep birlikte şahitlik ediyoruz.

Son iki buçuk yıldır devlet içerisindeki paralel yapının ülke gündeminin ilk sıralarını oluşturduğunu görmekteyiz. Peki, iki buçuk yıl öncesine kadar durum nasıldı? 1980 askeri darbesiyle önü açılan dinci gruplar devletin her kademesinde örgütlenmenin altyapısını oluşturdu, eğitim en çok kullanılan araçtı. Genelkurmay Başkanı’nın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan ifadesinde açıkça söylemiş, 1989’da Işıklar Askeri Lisesi’ne girmesi için sınavdan bir gece önce sorular kendisine iletilmiş, sonra da liseye girmesiyle birlikte üyesi olduğu cemaat adına ne gerekiyorsa yapmış. Yine, aynı cemaat üyesi olduğunu söylediği Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin kardeşi Tümgeneral Mehmet Dişli’nin süreç içerisindeki rolünü açıkça ifade etmiş. Burada Şaban Dişli’nin de kardeşi gibi darbeci olduğundan çok bu sürecin hükümet tarafından biliniyor olduğunu, görmezden gelindiğini ve siyasi çıkarlar uğruna kullanılan bir süreç olduğunu belirtmek isterim.

Devletin yönetimini siyasi çıkarları uğruna peşkeş çeken ve iktidar hırsıyla ittifaklar yaparak bugünlere gelen bir yönetim zihniyeti bize ‘demokrasi nöbeti’nden bahsetmesin.

Yitip giden, işkence edilen o erler, Ankara Gölbaşı’nda, bir anda katledilen 47 polis ve bir gecede filler tepişirken yok olan o masum insanlarımız, hepsi gitti. Yastayız, nasıl oldu da bir millet birbirine böylesine düşman hale getirilerek birbirini katledebilir hale geldi. Bizi bu hale nasıl getirdiler?

Korkuyoruz

Mümkün mü korkmamak? Facebook’ta, Twitter’da ne yazmıştım, Whatsapp geçmişini bir sileyim diyecek duruma geldik. Telefonla hiç konuşmamayı, dışarıda yürürken önümüze bakmayı tercih eder olduk. Bu güzel ülkede yaşamaya dair hayallerin hepsini korkuyla doldurdular. Korkumuz, sadece kendimize bir şey olmasından değil, bu güzel ülkenin yaşanamayacak, terk edilecek bir vatan olmasından, ölmekten değil belki ama yitip giden onca umut ve insana dair güzelliklerden ötürü.

Hepimiz kilitlendik. Zihnimiz, kalbimiz kilitlendi. Memleketi düşünüyoruz, kendimizi, ailemizi… Nasıl bir güne başlayacağız? Uyuyamaz hale geldik. Uyur uyanık bir vaziyette geçen gecelerde tüm kent meydanlarından başlatılan ‘demokrasi nöbeti’ toplanmalarını gördükçe daha da korkuyoruz. Şu sıralar, Gezi’den sokakta olan yüzde elli evde zor duruyor, ancak sağduyulu ve temkinli bir yüzde elli var. Korkabilen, insana dair duyguları yaşayabilen bir kitle bu. Bu kez, evden çıkamayan ve korkunun belki esiri değil de kaygılarını hissederek ne olup bileteceğine dair temkinli olan bir kitle.

Olmayan demokrasinin çöküşünü gördükçe, tepeden aldığımız demokrasiyi tabanda örgütlenme sürecine dönüştürebilecek belki de iyi bir fırsat olduğuna dair küçük umutlar beliriyor. Bu umutları belki o korkuyu yenmek ve birbirimize tutunarak ayna olabilmek için değerlendirme arayışı içerisindeyiz. Bunun için bazı araçlar olsa diye umut ediyoruz.

Olmayan Demokrasi

Türkiye’de demokrasinin olmadığını gördük, tüm kent merkezlerinde demokratik süreçlerle seçildiğini sandığımız Cumhurbaşkanı çağrısıyla meydanlara toplanan ‘demokrasi nöbeti’ toplanmalarındaki eylemlikler olmayan demokrasinin kanıtı oldu. Demokrasi, tek bir grubun ortaklaştığı bir durumdan hareketle kamuya açık alanlarda o doğrultuda eyleme geçilmesi ve baskı oluşturulması olamaz. Bir inancın temsilcileri olarak kendisini gören bireylerin farklı inançlara mensup kişileri hedef haline getirerek, kendi kanunlarını yürürlüğe koyarak insan öldürmeyi, katletmeyi vacip görmek değildir.

Bugün, sokağa çıkan yüzde ellinin öncüleri bize olmayan demokrasinin ne kadar olmamış olduğunu apaçık biçimde göstermekteler.

Taksim ‘Ya Allah Bismillah Allahuekber’

İstanbul’un kalbinde yükselen ses, Müslümanların Allah’ın yüceliği ve büyüklüğüne dair atfettiği sözler. Allah’ın yüceliği ve büyüklüğü bu ülkede yaşayan çoğunluk için kabul görür bir gerçektir. Herhangi birinin buna itirazı olması ya da buna karşı bir duruş sergilemesi üzerinden tartışmak yersizdir.

Bugün, darbe yaptığını söylediğimiz FETÖ, dinci bir cemaattir. FETÖ lideri Fettullah Gülen, imamdır. Taksim’de ‘demokrasi nöbeti’nde yükselen ses bu imamın hayatını adadığı ve bu doğrultuda uluslararası örgütlenme başarısı gösteren, kendine kullar üreten bir kimsedir. Cumhurbaşkanı çağrısıyla Taksim’e ulaşan binler, FETÖ’nün örgütlenme aracıyla aynı aracı kullanır vaziyettedir.

Demokrasi deyince, bu sözler, eylemlilikler dışlayıcıdır, ötekileştiricidir. Bu nedenle nöbet demokrasi nöbeti değil, ‘şeriat nöbeti’dir.

Kızılay ‘Hu Allah’

Ankara’nın merkezi, 16 Temmuz’dan itibaren dinci grupların ‘zikir’ seanslarının yeri haline gelmiş durumdadır. Zikir, İslam içerisinde Müslümanların Allah’a yakın hissetmek, bilinçlerini uyuşturarak kafa sallama hareketlerinden oluşan, çeşitli müziklerle insan ruhunun uyuşarak bedenin hareketlenmesi durumu. Olmayan demokrasinin, ‘demokrasi nöbetçileri’ bize Ankara’da gösteriyor ki bu hareketlenme içine girme heyecanı hissetmeyenler demokrasi nöbetçisi olamıyor. Kentin merkezinin bu eylemliliğe dönüştürülmesiyle hep birlikte seyirci olarak bir inanç grubuna mensup vatandaşların gösterisini izler hale geliyoruz.

Konak ‘Ölürüm Türkiye’m’

İzmir’de durum biraz daha farklı. Taksim’deki sloganları küçük grupların sesinden duyar haldeyiz, Ankara’daki gibi zikir eylemliliği varsa bile henüz yayınlanmadı. İzmir’de milliyetçi damar üzerinden ‘demokrasi nöbeti’ sürüyor. Darbe girişimi gecesinde 10. Yıl Marşı ile kutlama yapma hazırlığına giren ulusalcıların varlığını görmezden gelinmediğini düşünerek bu ara formül anlaşılabilir. İzmir’de sabaha kadar en çok ve uzun süre çalan şarkı ‘Ölürüm Türkiye’m’ ile ‘demokrasi nöbeti’ tutuluyor. Milliyetçi Hareket Partisi’nin mitinglerinde duymaya alışık olduğumuz bu şarkının, pek çok üst yöneticisi tarafından reddedilen ‘demokrasi nöbeti’ toplanmalarının aksine ülkücü gençliğin aktif katılımına sahne olan İzmir buluşmalarında kitlenin nabzına göre bir araç seçildiği kullanıldığı anlaşılıyor.

Tüm demokrasi nöbetlerini organize eden örgütlülük Adalet ve Kalkınma Partisi il başkanlıkları. Öyle ki, darbeci zihniyete karşı bir olduğumuz bu dönemde hepimizin tepki gösterdiği darbe arasında kaynar diye, partilerden bağımsız olması Anayasa tarafından güvence altına alınan Cumhurbaşkanı kimliği tamamen AKP ile bütünleşmiş durumda gözümüzün önünde. Darbe ne kadar anayasaya aykırıysa ve buna karşı duruş gösteriyorsak Cumhurbaşkanı’nın bir siyasi parti ile aynı karede yer alan fotoğraflarının tüm İzmir’i sarması da o kadar aykırıdır; buna da karşı durmak zorundayız.

Yeniden Demokrasi

2002-2013 arasında ‘kanka’ olan AKP ve Cemaat, son iki buçuk yıllık ayrılık sürecinde Türkiye’de olmayan demokrasinin ürünleri olarak hepimize bir tokat salladı.

Yediğimiz bu tokat sonrasında diğer yanağımızı dönmekle, dönmemek arasında gidip gelirken, Türkiye’de ‘demokrasi’ olabilir umudunun yeşermesine ihtiyaç duyduğumuz önderleri, yoldaşları aramaktayız. Şu an evlerinde duran yüzde ellinin, sağduyusu, çözüm yöntemleri, mizah gücü ve toplumsal dönüşümü sağlayacak uygulamalarını duymaya ihtiyaç duymaktayız. Çünkü askerleri kesen zihniyet, darbe girişimini yapan zihniyetle bire bir denktir, paraleldir. Biz ikisinden de değiliz; ne darbe, ne şeriat; tam bağımsız ve özgür Türkiye!