Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın "Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HİV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim." sözleriyle LGBTİ+ tartışması pandemi döneminde yeniden başlamıştı hatırlarsanız! Kendisinin bu sözlerini eleştiren Ankara Barosu’na da Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştı. Erbaş’ın, geçen yılki Onur Yürüyüşü sonrasında eşcinselliği ‘’sapkınlık’’ olarak tanımlamasını da unutmayalım. Özetle diyanet, belirli aralıklarla ve sistematik bir biçimde bu konuyu gündeme taşıyarak ayrımcılık ve nefret söylemi üretmeye, halkı belirli bir gruba karşı kışkırtmaya devam ediyor. Adeta bir yerlerden, bu hafta bu konuyu açması için ‘’düğmeye’’ basıyorlar.

Devam edelim. DİB’ten sonra Beştepe’den açıklamayı desteklemek için sözler söylendi. “İnancımıza ve kültürümüze aykırı marjinal akımları destekleyenler bizim gözümüzde aynı sapkınlığın ortaklarıdır. Milletimin tüm fertlerini rabbimizin yasakladığı her türlü sapkınlığı sergileyenlere karşı tavır almaya davet ediyorum" diye buyuran Sayın Cumhurbaşkanı, eşitlik ve adalet isteyen herkesi toptancı bir biçimde sapkın ilan ediverdi.

Hal böyle olunca, bu “yurttan sesler korosu”na dün 2 solist eklendi. Bu solistlerin biri Saray’ın kulisçi “gazeteci”si Abdulkadir Selvi, diğeri de kafayı Tunç Soyer ile bozmuş olan AKP İzmir Milletvekili ve genel başkan yardımcısı Hamza Dağ. Söz konusu kişi partinin 2 numaralı protokol sırasındaki kişi olduğu için gür bir sesle yanıtı hak ediyordu bana kalırsa. Ama bizim mahalleden pek bir ses çıkmadı. Tunç Soyer, kendine yakışan nazik üslupla yanıtladı sadece Dağ’ı.

Hamza Bey, belediye binasındaki kolonların her birinin farklı renge boyanmasıyla sapkınlığın desteklendiğini anlatıyor, bu kolonların tekrar boyanarak eski haline getirilmesini talep ediyordu. Akıl alır gibi değil. 1 gün önce de İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dağıttığı sütlerle ilgili olarak önceki afişle yeni hazırlanan afişi yan yana koyup aradaki farkı soruyor, tanıtım ilanındaki ‘’gökkuşağı’’ görselini subliminal bir mesaj olduğunu iddia ediyordu.

Kendisinin her iki açıklaması (bana kalırsa bu sözcük buraya uygun değil ancak böyle yazmazsam söyleyeceğim her kelime ağır kaçabilir) sosyal medyada da ana akım medyada da alay konusu oldu. Zaytung da dâhil olmak üzere binlerce kullanıcı bu mevzu ile ilgili on binlerce twit atıp işi dalgaya vurdu.

Bana kalırsa, muhafazakâr sağ ve siyasal İslamcıların amacı tam da buydu. Meseleyi sulandırmak, içini boşaltmak ve konuyu kendi mecrasının dışına taşımak. Başardı mı? Evet başardı. Biz de bu akıl tutulmasını eleştirdiğimizi sanarak LGBTİ+ hak mücadelesinin içini boşaltmalarına çanak tuttuk.

Bu, akılsızca yapılan bir açıklama değil elbet. Bir politik tutumun dışa vurumu. Yok sayma politikalarının, değersizleştirme çalışmalarının bir uzantısı. Ne yazık ki kendisine politik özneler gerekli yanıtı vermedi, veremedi! CHP MYK düzeyinde bu ayrıştırma ve ötekileştirmenin tehlikelerini anlatan bir açıklama gerekliydi. Yerel düzlemde de Tunç Soyer’e sahip çıkan seslerin İl Başkanı, ilçe belediye başkanları, milletvekilleri düzeyinde oluşmasını bekledim tüm gün. Ancak, hiç birisi olmadı.  

Tüm bu sistematik politikasızlaştırma aslında etkisini Onur Haftası’nda göstermişti. 2019’da organize bir biçimde CHP’li tüm belediyelerin kutlama yaptığını görmüştük. Bu yıl sadece Datça ve Fındıklı Belediyesi dışında Onur Haftası’nı kutlayan bir belediyeye rastlamadım. Aynı şekilde birkaç milletvekili ve MYK üyesi dışında da bu yıl hatırlayan olmadı Onur Haftası’nı. Üstelik bu durum HDP cenahında da aynı şekilde gelişti. Gün içinde oluşan sosyal baskı sonucunda HDP Genel Merkezi “zorunda kalarak” bir mesaj yayınladı.

Ne kadar da olayı gökkuşağına indirgeyip LGBTİ+’lar itibarsızlaştırmaya çalışılsa da buna tüm toplumsal muhalefet ve muhalefetin temsilcisi kurumlar sahip çıkmak zorunda. Bu bir hak mücadelesi. Devletin kurumları ve bu kurumların başındaki insanların kişisel yaklaşımları bütünsel bir hak mücadelesini gölgeleyemez. Bu romantik bir cümle değil, politik bir cümle bana kalırsa. Hiç kimsenin ya da kurumun bir hak mücadelesinin önüne geçmesi mümkün olmayacak.

Buradayım aşkım!