Betonlaşmayı, zeminleri asfaltla kaplamayı, dar alanlara yığınlar hâlinde sıkış tepiş yerleşmeyi şehirleşme zannetmişiz. Doğaya yabancılaştıkça daha da yabancılaştırılmışız.

Sanayi Devrimini kaçırınca, onun getirdiği kentleşme bizde böyle plânsız ve kültürsüz oluşmuş. Sanayileşmeyip sanayileştirilince; onların istediği işleri dört duvar arasına onlardan ithal ettiğimiz makinalarla yapmaya başlamayı sanayileşme zannetmişiz. Belirli bölgelerde yığılmayı da betona boğulmayı da kentleşme sandığımız gibi…

Plânsız sanayileşme, plânsız kentleşme ve yoz bir kültür demektir. Artık, “plân değil pilâv gereklidir.”  Sanayimiz nasılsa kentlerimiz de öyledir. Kent merkezlerine veya en verimli tarım arazilerine yerleşmiş Organize Sanayi Bölgeleri, Küçük Sanayi Siteleri, taşocakları… Hiçbirinin ekolojik endişesi yoktur. Sözüm ona arıtma tesisleri de asla çalıştırılmaz; işletme maliyetlerinden kurtulunulur, kârlılık artar.

Kentliler, beton ve asfalta boğularak doğaya yabancılaştırıldıkları gibi algı operasyonlarına da pek kolay inanarak edilgenleştirilmiştirler.

O zaman kente su sağlayan havzalarda madencilik yapılabilir; kentli içtiği suyun nasıl ağır metallerle kirletildiğinin farkında değildir. Farkında olanlar, su nasılsa ticarileştirilip, dereler borulara hapsedilip plastik şişelerde bidonlarda pazarlandığı için, satın alırlar. Tabii bunların sağlık sorunları da ayrı bir konudur.

Kent alanları artık büyük kârlılık getirmektedir. Anlaş belediye ile en merkezi yerlerdeki arazileri kapatmayı becer, kenti delecek, yaşamını çökertecek ve yaşanamaz hâle getirecek ucubeleri dik! Hiçbir alanda böylesi bir rant getirisi bulamazsın. Yapıcılık ve bayındırlık yatırımlarındaki sermaye büyümesi böyledir; en kısa sürede yandaş sermaye gurubunu da oluşturur.

Sözüm ona sanayi ve sözüm ona sanayici de teknolojiye, araştırma geliştirmeye değil kent delen yatırımlarına yönelmektedirler. Sanayi kültürü olmayınca kent kültürü de olmaz. Kentin tarihsel süreçte oluşturduğu kimliği, kültürü, kişiliği, yaşamı da işte bu sermayedarlar tarafından yıkılır gider.

İzmir’de olanlar budur ve ilgili Belediye Başkanlarından ses yok!

Neden bunlar oluyor?

Betonlaşmayı, zeminleri asfaltla kaplamayı, dar alanlara yığınlar hâlinde sıkış tepiş yerleşmeyi şehirleşme zannetmişiz. Doğaya yabancılaştıkça daha da yabancılaştırılmışız.

Sanayi Devrimini kaçırınca, onun getirdiği kentleşme bizde böyle plânsız ve kültürsüz oluşmuş. Sanayileşmeyip sanayileştirilince; onların istediği işleri dört duvar arasına onlardan ithal ettiğimiz makinalarla yapmaya başlamayı sanayileşme zannetmişiz. Belirli bölgelerde yığılmayı da betona boğulmayı da kentleşme sandığımız gibi…

Plânsız sanayileşme, plânsız kentleşme ve yoz bir kültür demektir. Artık, “plân değil pilâv gereklidir.”  Sanayimiz nasılsa kentlerimiz de öyledir. Kent merkezlerine veya en verimli tarım arazilerine yerleşmiş Organize Sanayi Bölgeleri, Küçük Sanayi Siteleri, taşocakları… Hiçbirinin ekolojik endişesi yoktur. Sözüm ona arıtma tesisleri de asla çalıştırılmaz; işletme maliyetlerinden kurtulunulur, kârlılık artar.

Kentliler, beton ve asfalta boğularak doğaya yabancılaştırıldıkları gibi algı operasyonlarına da pek kolay inanarak edilgenleştirilmiştirler.

O zaman kente su sağlayan havzalarda madencilik yapılabilir; kentli içtiği suyun nasıl ağır metallerle kirletildiğinin farkında değildir. Farkında olanlar, su nasılsa ticarileştirilip, dereler borulara hapsedilip plastik şişelerde bidonlarda pazarlandığı için, satın alırlar. Tabii bunların sağlık sorunları da ayrı bir konudur.

Kent alanları artık büyük kârlılık getirmektedir. Anlaş belediye ile en merkezi yerlerdeki arazileri kapatmayı becer, kenti delecek, yaşamını çökertecek ve yaşanamaz hâle getirecek ucubeleri dik! Hiçbir alanda böylesi bir rant getirisi bulamazsın. Yapıcılık ve bayındırlık yatırımlarındaki sermaye büyümesi böyledir; en kısa sürede yandaş sermaye gurubunu da oluşturur.

Sözüm ona sanayi ve sözüm ona sanayici de teknolojiye, araştırma geliştirmeye değil kent delen yatırımlarına yönelmektedirler. Sanayi kültürü olmayınca kent kültürü de olmaz. Kentin tarihsel süreçte oluşturduğu kimliği, kültürü, kişiliği, yaşamı da işte bu sermayedarlar tarafından yıkılır gider.

İzmir’de olanlar budur ve ilgili Belediye Başkanlarından ses yok!